O dönemde Sovyet Rusya'nın hüküm sürdüğü Kırım'da açlık, kıtlık ve baskı şiddetini artırmıştır. 1929'daki ilk sürgünde askeri kamyonlara bindirilen binlerce Kırım Türkü'nün ardından bakanlardan biri de Cengiz Dağcı'dır. Kolhoz rejiminin baskısı o kadar artmıştır ki, insanların topraklarına el koymakla kalmayıp, bu duruma duygusal olarak tepki gösterenleri bile şiddetle cezalandırmaktadır.
Öyle ki, Dağcı'nın babasının üç ay boyunca tutuklu kalmasının tek sebebi, kolhozlaştırma öncesi kendisine ait olan bağdaki asma yapraklarını gördüğünde kendisini tutamayarak öpüp ağlamış olmasıdır.
İlkokulu Kızıltaş'ta bitiren Cengiz Dağcı, babasının çağırması üzerine 1932'de Akmesçit'e gelir ve burada On İkinci Numune Mektebi'ne başlar. 1937'de de Akmesçit Pedagoji Enstitüsü'nün Tarih Fakültesi'ne kaydolan Cengiz Dağcı, o dönemde amcasını sık sık ziyaret eder ve ondan Ömer Seyfettin hikâyeleri dinler.
Ayrıca amcasının kızı Dr. Zemine Dağcı'nın zengin kütüphanesinden de faydalanır. Böylesine baskının olduğu dönemde Kırım Türkleri'nin eğitime bu kadar önem vermesinde Kırım'ın milli-manevi değerlerinin ayakta kalmasında önemli payı olan İsmail Gaspıralı'nın etkisi kuşkusuz çok büyüktür.
Cengiz Dağcı 1939'da ömrünün sonuna kadar hayalini daima zihninde taşıyacağı, ondan bir an olsun ayrılmayacağı Kızıltaş'ı son bir daha ziyaret edecektir.
İkinci Dünya Savaşının
başlamasıyla askere çağrılan Cengiz Dağcı, burada Rus subaylarının baskısı,
100-
1943 yılı sonlarında, savaşın kısmen durulduğu dönemde Kırım'a dönme isteğini bir dilekçeyle bildirir ve bu isteği kabul görür. Kırım'a gitmek üzere Varşova'ya geldiğinde, savaş dolayısıyla yolların kapalı olduğunu öğrenen Dağcı, mecburen beklemek zorunda kalır.
Varşova'da bir süre bekleyen Cengiz Dağcı, burada hayatının 53 yılını birlikte geçireceği Polonyalı Regina ile tanışır ve 18 Haziran 1945'te evlenirler. 1947'de Dağcı ve eşi Regina, savaş sonrasının ışıksız ve soğuk Londra'sına gelirler. Artık savaş ve baskı sona ermiştir.
Hür bir insan olmasına rağmen Dağcı, içindeki huzursuzluğu şöyle tarif ediyor;
"Yıllarca peşinde koştuğum hürriyete kavuştum. Ama içim neden kapalı. Kendimi bildiğim anda kaybettiğim yaşama sevincine neden kavuşamadım yeniden. Yurdunu kaybeden adam için hürriyetin bile bir manası kalmadığını şimdi anlıyorum. İçinde doğduğum, gülüp oynadığım yerlerde benim dilim konuşulmuyor artık. Bir zamanlar o topraklarda dilimi konuşan insanların ne olduklarını da bilmiyorum. Son fırtına ağacı devirdi. Bizler, uçurduğu birkaç yaprak, boşlukta yolunu şaşırmış, ümitsiz ve şaşkın, meçhul bir geleceğe doğru yalpa vurup duruyoruz."
Londra'ya ilk geldiği yıllarda Türkiye'ye gitme arzusunda olan Cengiz Dağcı'nın, başvurduğu Türk Konsolosluğundan olumsuz cevap almış olması, o zamanlarda Türkiye'de "milliyetçilik" suçundan yargılanan insanların var olduğunu düşünürsek, çok da şaşırtıcı değildir.
1953 yılına kadar pek çok işte çalışan Dağcı, artık alt katını lokanta olarak işlettiği 3 katlı bir ev sahibi olur. Akşam geç saatlere kadar eşiyle birlikte lokantanın yoğun işlerini yürütürken günün geri kalan zamanını kitaplarını yazmakla geçirir.
Ömrünün 65 yılını Londra'da geçirmiş olmasına rağmen yazdığı 25 eserin sadece 5'i Londra'da geçmektedir. Geri kalan 20 eserinde ise ömrünün bir anında bile zihninden çıkarmadığı Kızıltaş, Gurzuf, Yalta, Akmesçit, Soğuksu, Adalar ve Tübya kırlarındadır Cengiz Dağcı. Yine Kırım'a duyduğu özlem ile kaleme almış olduğu şiirden bir dörtlük:
Gün doğmadı Kırım'ın semalarında
Üzülür mü, yanar mısın?
Kırım, Kırım böyle soğuk gecelerde
Sen de beni iyi sözle anar mısın?
Dağcı, Türkiye dışında doğmuş, büyümüş, yaşamış ve hayatını kaybetmiş olmasına rağmen eserlerinin hepsinde Türkiye Türkçesi kullanmıştır. Bu da Türkiye'ye olan bağlılığını ve millet kavramının temel taşı olan dile verdiği önemi göstermesi bakımından önemlidir.
Cengiz Dağcı 1998'de eşi Regina'yı kaybedince, kendisini hüzünlü ve karanlık bir dünyanın içinde bulur. 13 sene yalnız yaşayan Dağcı, 22 Eylül 2011 'de hayata gözlerini kapatır ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin de yoğun çabalarıyla o çok sevdiği, 70 yıl hasretini çekip, hayal dünyasında bir an olsun ayrılmadığı Kırım'a defnedilir. Mekanı cennet olsun…