oplumları bozan en mühim sebep taklittir. O bozulma dönemi
başlamaya görsün. Süreç çok çabuk gelişir.
Batı tâlim ve terbiyesi (eğitim ve öğretimi) kendi
istikâmetinde milletimizi yönlendirmeye başladı. Şimdi ufak değişmelerle bu
eğitim yıllardır devâm ediyor. Mustafa Necâti ile başlayan seküler eğitim ufak
değişmelerle devâm etmektedir. Her gelen eğitim bakanı birtakım değişmeler
yapsa bile hedeften şaşmış olan oku doğrultamıyorlar. Bu zâten mümkün de
değildir. Türk Amerikan Kültür Anlaşması 27 Aralık 1949’da her iki tarafı
temsilen Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Fâik Zihni Akdur ve ABD Büyükelçisi
George Wadsworth tarafından ABD’de imzalandı.
Bu anlaşma Fulbright anlaşmasıdır. Amaç her ne kadar
uluslararası gelişme fırsatı sunmak olsa bile esas gâye uluslararası ve
Amerikan temel kökenli Evangelist eğitim plânlı bir programdır. Tabîî çok câzip
olan bir bursla taçlandırılmış bir anlaşmadır bu Fulbright!
Biten Hayallaremiz Ve Hayâtımız
Biz ne güzel ne mes’ut bir milletmişiz. Güzel hem çok güzel bir edebiyâtımız, çok üstün bir mîmârîmiz, hassas bir estetiğimiz vardı. Edepten yanakları gül gibi kızaran nâzenin kızlarımız vardı. Kızıl, “kızsıl” kelimesinden gelir. Yâni bu kız yanağı rengidir. Yüz kızarması hayâdandır. Hayâ îmandandır. Hayâmızı, îmânımızı talan ettiler. Âilemizi bitirdiler. Türk milletini bitirdiler. Biz, hâlâ bizi biz zannediyoruz. Biz artık biz değiliz. Ne Göktürk, ne Harezm, ne Selçuklu ne de Osmanlıyız. Kimse aksini iddiâ etmesin, yeni Türkiye’nin yeni milleti yeniden yapılandırılmış bir mutasyondur. İçinde hâlâ Türk ve İslâm olma şerefini yaşatmaya çalışan gayyûr (çok gayretli) bir tâife vardır. “Allâh’tan ümit kesilmez” Müslümanlar 40 kişi ile Mekke müşriklerine kendilerini gösterdiler.
Allâh’ın dînine yardım edene de Allâhü zülcelâl ve tekaddes hazretleri de şüphesiz yardım edecektir. Zor mu, çok zor. Çölde İslâm pınarını fışkırtan Rabb’im, bizi bu İslâm bayraktârı Türk atalarının yüzü suyu hürmetine eski şanlı mâzîmizin bir kısmına bile döndürse zafer yine bu azîz milletin olacaktır. 3000 yıldır Çin, Hint, İsrâil, Japon eski gelenekleriyle modern dünyânın vazgeçilmez ekipleri olmuşsa, biz de neden atalarımızın şanlı mâzîsine uyum sağlayarak dünyânın en modern milleti olmayalım? Nasıl Mâverâünnehir’deki atalarımız, fen ve teknolojide dünyâyı aydınlattılarsa, 16. asra kadar nasıl dünyânın en ileri ülkesiysek, neden o mîrâsa sâhip çıkmayalım.
Kimse “Atalarımız, fen ve teknikten bîhaberdi, onun için çöktük” demesin. Modern bilimde özellikle astronomide 12, 13, 14 ve 15 yy.lar Türk asrıdır. Zâten medreselerimizde pozitif ilimlere verilen değer azaldıkça biz Batı’nın gerisine düşmeye başladık. “Düşmanın silâhıyla silahlanmak” esastır. Bunu Batı yaptı. Bizden ilim ve teknik alıp kokuşmuş ahlâk düzenlerini bize verdiler. Dünyâ geçici bir mekân da olsa “Dünyâdan da nasibini unutma” Kasas 77. âyet-i kerîmesi mûcibince bu geçici âlemde düşmana eğilmemek için onlarla aynı seviyeye gelmek hattâ onları geçmek gerekir.
Batı’nın hâlâ hayretle incelediği 620 yılık bir devleti ayakta tutan sır neydi? Fütuhât mı, ekonomi mi, adâlet mi, neydi bu sır? Belki de bunların hepsi idi. Diğer Türk devletleri dar bölgelerde kurulup fazla genişlememelerine rağmen kısa ömürlü olurken, neydi Osmanlıyı 620 yıl yaşatan sır? Evet, 19. asırdan sonra Osmanlı hızla çöküşe geçti ama Osmanlı 26.000.000 kilometrekare arâzîyi Avrupa’da değil de Asya’da temlîk etseydi, devlet de Hılâfet de yıkılmaz, bu kadîm devlet hayâtiyetini devâm ettirirdi.
Haydi, yiğit ve asîl Türk milleti! Rabb’inin va’dinin hakk olduğunu bil ve düştüğün yerden kalk! Sâdece biz değil, bütün İslâm âlemi de bunu bekliyor. Çünkü sen Göktürksün, sen Karahanlısın, sen Harezmsin, sen Selçuklusun ve sen elbette Osmanlısın. “Uyan bu hâb-ı gafletten ey yâreli şîr-i jeyân!” (Ey kükremiş yaralı aslan, bu gaflet uykusundan uyan.)