S
ultan Hamid'in en dikkate şayan hususiyeti, her gün hiç şaşmayan mütemadi meşguliyeti idi.
Bu meşguliyet, daha banyoda iken baş gösterirdi. Banyodan çıkan Sultan Hamid, sevgili kadını Müşfika kadın efendi ve sadık kalfası Sırrıcemal kalfanın yardımlarıyla iyice kurulandıktan sonra, oradaki bir şezlonga uzanır; henüz gelmiş olan sabah gazetelerini uzun uzadıya ve büyük bir dikkatle gözden geçirirdi.
Gazeteleri okurken, siyasi havadis ve haberlere katiyen ehemmiyet vermezdi. Çünkü bunların en mühimleri, hususi surette daha evvel kendisine arz edildiği için, tekrar bunları okumakla vakit kaybetmek istemezdi.
En ehemmiyetle okuduğu şeyler; dahili havadislerle zabıta vak’aları idi. Zabıta vak’alarına ehemmiyet verdiği de sebepsiz değildi. Mesela; falan yerde bir cinayet, veyahut sirkat vak’ası olmuş. Faili de ele geçmemiş. Sultan Hamid, derhal buna nişan koyardı. Artık her gün gazetelere bakar, o failinin bulunup bulunmadığına dair bir havadis arardı. Eğer üç beş gün aradan geçer de, henüz failin derdestine (tutuklanmasına) dair gazetelerde bir havadis göremezse, derhal Zaptiye Nazırı Şefik Paşa’yı saraya celbeder; -bilvasıta- sorguya çekerdi.
Hünkâr gazetelerini okuyup bitirdikten sonra elbiselerini giyinir; kendisine yardım ettiklerinden dolayı Müşfika kadın efendi ile Sırrıcemal kalfaya teşekkür eder; dar bir koridordan, nöbet odasının duvarına bitişik, küçük bir salona geçerdi. Ve, nöbet odasının zilini çekerdi. Bu zilin çekilmesi; artık Sultan Hamid’in işe başlamış olmasına alâmetti.
Zil çekilir çekilmez, nöbet odasında bekleyen musahiplerden biri, içeri, girerdi. Sultan Hamid bu musahibe:
– "Evrakı getirsinler" derdi.
Musahip, sür’atle nöbet odasına girer, beş on dakika, bazen de yarım saatten beri orada bekleyen Başkâtibe, veyahut nöbetçi kâtibine:
– Efendimiz evrakı istiyorlar, diye haber verirdi.
Sultan Hamid’in istediği evrak; bir gün evvel, ikindi vaktinden itibaren baş kitabet dairesine gelir ve bazen adedi yüzleri geçen resmi ve hususi “maruzat” tan teşekkül eden evrakın “mühim ve müstacel” olanlar gecenin hangi saatinde olursa olsun Sultan Hamid’e arz edilirdi. Ancak, mühim ve müstacel olmayanları, Başkâtibin masası üzerinde biriktirilirdi.
Başkitabet’e teslim edilen evrak, ister resmi ve ister hususi olsun; üzerine derhal saat ve dakika yazılırdı. Başkâtibin masası üzerinde, “resmiler” bir tarafa “hususiler” de diğer tarafa ayrılırdı. Sabaha karşı, her iki evrak kümesi hulasaten bir deftere kaydedilirdi. Ve, Sultan Hamid uykudan kalktığı zamana kadar beklenirdi.
Sultan Hamid, uykudan uyanıp da, “harem kapısı”nın açılmasını emrettiği dakikada; bir gün evvel ikindiden itibaren o dakikaya kadar birikmiş olan evrak, kaydedilen hülâsa defterlerde beraber bir torbaya yerleştirilir. Başkitabet dairesinde bulunan “etüv” makinesinden geçirilirdi. Başkâtip eğer o, izinli ise, nöbetçi kâtiplerinden biri bu torbayı alır, nöbet odasına gelir. Orada, Sultan Hamid’in banyodan çıkarak nöbet odasına geçip zil çekmesini beklerdi.
Zil çekilip de musahip vasıtasıyla haber gelir gelmez; Başkâtip derhal huzura girerdi. Oradaki bir yazı masasının üzerinde torbayı açarak evrakı çıkarır; bu evrakın hülâsalarını ihtiva eden defteri, hünkâra takdim ederdi.
Hünkâr, evvelâ bu deftere göz gezdirirdi Kendince mühim gördüğü kâğıtlar varsa, evvelâ onları okumayı tercih ederdi. Sonra, sırasıyla diğerlerini isterdi.
Sultan Hamid; üşenmeden, yorulmadan, bu yüzlerce evrakı gözen geçirirdi. Bunlardan icap edenleri, kendi yanında alıkoyar; lazım gelenlere ayrı ayrı cevap verirdi.
Bu cevapları, kendi yazmazdı. Söyler, yazdırırdı. Ve, söyleyerek yazdırdığı bu cevaplar o kadar düzgün çıkardı ki, ekseriya başkâtip veyahut alâkadar kâtipler tarafından bunların bir kelimesini tebdil veyahut tashihe ihtiyaç kalmazdı.
Fevkâlade İntizam
Sultan Hamid’in en ehemmiyet verdiği cihet, her işte olduğu gibi saray kitabet dairesinde de fevkalâde intizamdı. Kat’i olarak söyleyebilirim ki, o tarihte Osmanlı hükümetinin hiçbir dairesinde, mabeyin Başkitabet’inin intizamını aramak ve bulmak mümkün değildi.
Bu dairenin kapısından giren bir kâğıt, hiç kimsenin ehemmiyet vermeyeceği derecede âdi bir şey olsa bile, gene derhal üzerine “saat ve dakika” işareti konulur, son derecede muntazam olan evrak defterine kaydedilir, mutlak ve mutlak, Sultan Hamid’e verilirdi.
Başkitabet dairesinin bu intizamını, bizzat sultan Hamid temin ederdi. Çünkü, muhtelif vasıtalarla, sık sık kontrol ettirirdi.
Aynı zamanda, kendisi de bu intizama fevkalâde riayet ederdi. Nezdinde alıkoyduğu evrakın işi bittikten sonra, bunları bir zarfa doldurur, zarfın üzerine kendi eliyle tarih, saat ve dakika yazar, imza yerine de “malûm” kelimesini koyar, en emin bir adamıyla başkâtibe gönderirdi.
Muamelesi biten ve sarayda kalması icap eden kâğıtlar, “evrak hazinesi” denilen taştan yapılmış, demir kapılı, demir parmaklıklı, sağlam kilitli büyük bir odada muhafaza edilirdi. Yangın tehlikesinden masun kalması için, etrafı tamamıyla açık olan bu oda, Sultan Hamid’in otuz üç senelik saltanat hayatına ait bütün evrak ve vesaikin, hakikaten çok ciddi ve son derece muntazam bir hazinesi idi.
Bu uzun ve derin düşünceli hükümdar, devletin en mühim siyasi hadisesinden, kendisine takdim edilen en basit ve sefil bir jurnal kâğıdına kadar büyük bir dikkat ve ehemmiyetle bütün bunları burada muhafaza ettirmişti. Mesela, yirmi sene evvel, herhangi bir meseleye ait olursa olsun, el kadar bir kâğıt parçasını arayıp bulmak, en nihayet on dakikalık bir işti.
Tetkik edilecek evrak çok olduğu zaman, Sultan Hamid’in bu meşguliyeti bazen saatlerce sürerdi. Bu müddet zarfında, mütemadiyen kahve ve sigara içerek başını kâğıtlardan kaldırmayan hünkâr, çok tabiidir ki dimağında mühim bir yorgunluk hissederdi. Onun için bu işlerini bitirir bitirmez, bahçede hafif bir gezinti yapar, dimağ yorgunluğunu, vücut yorgunluğu ile tevazün ettirmek için kendi hususi marangozhanesine girerdi.
Marangozhanede Çalışırdı
Bu marangozhane, ikametgâhının arka tarafında, büyücek bir salondan ibaretti. Fakat Avrupa’dan getirtilmiş olan en kıymetli marangoz aletleri ile mücehhezdi.
Sultan Hamid, hakikaten bir bir hayli sanatkârane eserler vücud getirmişti. Ve bunların hemen hepsini de şehzadelerine, Sultanlarına, yerli ve ecnebi dostlarına hediye etmişti.
1313 Yunan harbi başladığı zaman, Sultan Hamid pek endişeli ve heyecanlı günler geçirmişti. 93 Rus harbinin mağlûbiyet acısını bir türlü unutamayan hünkâr, bu harpte de mağlûbiyet ihtimalini düşündükçe, artık hiçbir yerde durup oturamayacak hale gelmişti.
Fakat, ordunun zafer haberleri tevali etmeye (artmaya) başlar başlamaz artık son derecede neş’elenmişti. İşini gücünü bırakıp marangozhaneye kapanarak yeni bir işe girişmişti.
Bu yeni iş, baston yapmaktan ibaretti. Padişahın, marangozhaneye kapanarak birçok bastonlar yaptığını gören ve duyan saray halkı:
– Allah, Allah.. Efendimiz, bu kadar bastonu ne yapacak, acaba?..
Diye, telaşa düşmüşlerdi.
Harp, bir ay sürmeden bitmişti. Sultan Hamid, bu harpte yaralananların hemen hepsini İstanbul’a getirtmiş; muhtelif hastanelere yerleştirmişti. Yıldız sarayının karşısında paviyonlardan mürekkep bir hastane yaptırarak bir kısmını da bu hastanede tedavi ettirmişti.
Bir gün, bu hastaneyi bizzat ziyaret etmişti. Mecruh (yaralı) nefer ve zabitlerin karyolalarını birer birer gezmişti. Bunlara ayrı ayrı iltifatlarda bulunduktan sonra, bastonla yürüyebilecek kadar iyi olanların isimlerini tespit ettirerek, marangozhanesinde, kendi eliyle yapmış olduğu bastonları, bunlara hediye olarak göndermişti.