S
ultan Abdülhamid Han’ın kızı Şadiye Osmanoğlu, babasının Dolmabahçe sarayındaki bayramlaşma merasimini hatıralarında şöyle dile getiriyor:
Dolmabahçe Sarayı'nda, Muayede Salonu adını taşıyan büyük ve geniş bir daire vardı. Babamın tahtı burada idi. Altından yapılmış, elmas, zümrüt ve yâkutlarla gayet sanatkârane bir şekilde süslenmişti. Elma büyüklüğünde, yeryüzünde emsali bulunmayan tek bir zümrüt, tahtın en ziyade gözü olan parçasını teşkil ederdi.
Bu tahtın hakiki değerini kimse tayin edememiştir. Bütün cedleri gibi, babam da bu tahtta otururdu. İpek zemin üzerine "ALLAH, MUHAMMED ve KELİME-İ TEVHİD" yazıları işlenmiş, ittihat ve imanımızın temellerini ihtiva eden bu mukaddes alamet, babamın yanında devrin en yaşlı, en büyük askeri ve mücahidinin elinde ihtiramla tutulurdu. Plevne Savaşı kahramanı Gazi Osman Paşa ve Serasker Rıza Paşa gibi mühim şahsiyetler, hilâfetin bu mukaddes alâmetini babamın tahtı yanında taşıma mertebesini ihraz edenler arasındadır.
Taht salonunda yapılan merasimler, bilhassa tebrik törenleri muhteşem olurdu, bunlar öyle ulvi birer tablodur ki, hatırladığım vakit heyecanlarını bütün râşeleriyle aynen duyarım.
Salonun çok yüksek ve büyük bir kubbesi vardı, bu kubbe en ufak bir fısıltıyı büyültecek kabiliyette idi.
Kıymetli yol halılarıyla döşenmiş zeminde ne kadar yavaş yürünse de ayak sesleri bu kubbeden duyulurdu, çok aşağılara kadar sarkan, büyük ve süslü meşhur avizesi, salonda bulunan herkesin hayranlığını üzerine çekerdi. Işıklar yandığı vakit, avizenin kristallerinden etrafa yayılan büyük bir aydınlık, bilhassa babamın sırmalarına, nişanlarına ve tahtının elmaslarına gözleri kamaştıran bir parlaklık verirdi.
Tebrikât için devletin ve yabancı devletlerin erkânı salonda tahsis edilen yerlerini alırlardı. Babam tahtının önüne gelip durduğunda merasim başlardı. Şeyhülislâm başta olmak üzere ulema ve meşayih, sırma püskülleri yandan sarkan sarıklar ve beyaz maşlahlarından ibaret kıyafetleriyle, tekrar tekrar intizamla tahta yaklaşırlar, dinimizin mukaddes alâmetini eğilerek öperler ve geri çekilirlerdi.
Babam ulema sindirim tebriklerini ayakta kabul ederdi, beşuş ve mütebessim bir çehre ile herkese birkaç söz söylerdi.
Sultan II. Abdülhamid, Muayede Salonu'nda tahtında otururken. Ulemayı, pâyitahttaki Hristiyan ve Musevî dinlerinin temsilcileri -patrik, piskopos ve hahamlar-, üniformalarını giymiş bir vaziyette takip ederlerdi. Babam onları da aynı suretle, ûlemayı kabul ettiği gibi ayakta kabul ederdi.
Daha sonra sefirler, memurlar, yâverler, askerler, bendegân ve en nihayet yabancı sefaret heyetleri tebriklere katılırlardı. Sefaret heyetlerine mensup zevatın zevceleri, Osmanlı tabiri ile "madamları", salonun bir köşesine alınırlardı, merasimi yalnız oradan seyrederlerdi, fakat bilâhare suret-i mahsusada kabul ve kendilerine iltifat edilirdi.
Hanedân mensupları; amcalarım ve kardeşlerim önde, hemşire ve halalarımın zevcleri (damadlar) ikinci sarayı teşkil etmek üzere, merasim süresince tahtın arkasında ayakta dururlardı. En son onlar da teker teker tahtın önüne gelerek tazimlerini arz ederlerdi.
Hanedanın kadın mensupları için, Muayede Salonu'nun en üst katında, büyük bir maharet ile inşa edilmiş balkonlar tahsis edilirdi. Biz buradan kuş bakışı töreni bütün teferruatıyla görebildiğimiz halde, salondakilerin başlarını kaldırıp bizi görmeleri mümkün değildi.
Avrupa saraylarının hepsini gezdim, fakat Dolmabahçe Sarayı'ndaki büyük kubbeli salonun ihtişamına hiçbir yerde rastlamadım.
Merasimin sonunda, kapıda bekleyen arabalarımızla, evlerimize avdet ederdik. Biz çocuklarıyla haremi, babamın esas ikâmetgâhı olan Yıldız Sarayı'na dönerdik, dairelerimize girer, yaşmak ve ferâcelerimizi bıraktıktan sonra resmi tuvaletlerimizle babamızın dairesine çıkardık, elini öperdik, o da mütekabilen bizi yanaklarımızdan öper, her birimine ayrı ayrı iltifat eder, şefkat gösterir, ruhumuzu okşardı.
Daha fazla yormamak için yanından çabuk ayrılır, onu istirahate terk ederdik. Bu sefer kendi annelerimizle diğer annelerimize gider, onların da ellerini öperdik. Öz annelerimize ne kadar hürmet edersek, kardeşlerimizin annelerine de ayni hürmeti duyar ve izhar ederdik. İkinci validelerimiz, öz validelerimiz kadar kıymetli ve muazzez idiler.