S
ultan Abdülhamid Han, eşi Müşfika hanımı çok sever ve takdir ederdi. Müşfika hanım hakkında şöyle diyordu:
“Cennet, iyi kadının ayağı altındadır, derler. Hakikaten öyledir. İyi kadın dünyanın en bulunmaz bir hazinesidir. Şimdi yanımdaki kadınlardan Ayşe Sultan’ın validesi (Müşfika Hanım), dünya yüzünde eşi bulunmayan bir kadındır. Ben kendisinden razıyım. Allah’ta razı ve hoşnut olsun. Lakin her kadın böyle olmaz. Maazallah fenası da pek fenadır. Ne yapsan, ne kadar terbiye etsen, ahlakını tebdir edemezsin. Allah böylesini kimsenin başına vermesin. Kendisiyle 20 seneden ziyadedir ki beraber yaşıyoruz. Allah razı olsun. Beni bir gün bile incitmemiştir. Bana muhabbet riayeti vardır. Allah’tan, Peygamber’den korkar. Namazını kılar orucunu tutar. Bana bir şey olacak diye ödü kopar.”
Beylerbeyi Sarayı’nda bir gün öğleden sonra Müşfika Kadınefindi ile pencerenin önünde oturuyorlardı. Abdülhamid Han, son günlerde havaların güzel gitmesinden dolayı hafifçe yeşillenen muhite bakarak gülümsedi.
Kadınefendi’nin elini tutarak yüzüne baka baka şu Arapça beyti okudu:
Selâsetün tüzhibnelhüzne
Elmaü velhazraü velveçhulhasen, dedi.
Kadınefendi de aynı tebessüm ile bu beytin manasını sordu. O zaman Abdülhamid Han, halinden memnun bir vaziyet alarak izah etti:
“Dünyada, hüznü ve kederi izale eden (kaldıran) üç şey varmış. Biri akarsu, diğeri yeşillik, öteki de güzel yüzmüş; senin hüsnü cemalin (güzel yüzün). Elhamdülillâh, üçü de karşımda. Bundan büyük saadet olur mu kadınım”, dedi.
Kadınefendi, kendisine senelerden beri derin bir muhabbetle bağlı olan Sultan Abdülhamid Han’ın bu samimi ve candan sözlerine pek memnun oldu.
Kaynak: Ziya Şakir – Sultan Abdülhamid’in Son Günleri