S
ultan Abdulhamid Han Selanikte gözaltında bulunurken muhafızının sorduğu suale verdiği cevap:
— " Fütuhat (fetih) devrinde, ecdadımız Hıristiyanları Kâmilen (tamamen) İslâm etselerdi acaba muvafık (uygun) olur muydu efendim?
Abdülhamid Han güldü. Ve cevap verdi:
— Son bu sorduğunuz suali, bana vaktiyle bir İspanya sefiri de sormuştu. Ona şu cevabı vermiştim:
— Evet, iyi olurdu. Lâkin İslamiyet başkalarının dînine tecavüz etmeyi menettiginden, ecdadım da bu işten hazer etmişlerdir (sakınmışlardır), dedim.
Sefir benim bu sözlerime karşı ne dese beğenirsiniz,
— Evet, bizim dinimiz de başkalarının dinine tecavüzü meneder. Fakat memleketin selâmeti mevzu bahsolunca, bu dini emrin hiçbir kıymeti kalmaz. Bakınız, biz İspanya'yı kurtarmak için evvelâ papaya sorduk, onun muvafakatini aldık. Ve sonra, İspanya'da bir tek Müslüman bırakmadık...
Hemen sefire cevabı yapıştırdım:
— Fakat tarih!, bunu vahşet telâkki (kabul) ediyor. Sefir hiç aldırmadı. Büyük bir soğukkanlılıkla:
— Hayır efendim, bu bir vahşet değil, memleketimizin istikbalini (geleceğini) ve huzurunu kurtarmak için haklı bir tedbirdir. Siz, vaktiyle bu gibi tedbirlere tevessül etmemişsiniz (başvurmamışsınız). Onun içinde bugün birçok gailelerle (sıkıntılarla)uğraşıyorsunuz. İşte bakınız. Yunan hudutlarında yine birçok karşılıklar var, cevabını verdi.
Hakikaten o esnada, Yunan hududunda âdeta harbe müncer olacak (sürüklenecek) derece biri iğtişaş (karışıklık) vardı. Muhabereye az bir zaman kalmış iken işin önüne zorlukla geçebilmiştim. İşte sefirle olan bu muhaveremizden (konuşmamızdan) artık siz, bir netice çıkarınız, dedi."
Kaynak: Ziya Şakir – Sultan Abdülhamid’in Son Günleri