İ
çtimai açıdan siyasi anlayış şu şekilde ifade edilebilirdi; İslamcılık siyaseti çerçevesinde İslam dinine uygun bir şekilde cemiyet hayatının yeniden düzenlenmesi, sosyal ahlakın korunması ve İslam dininin doğru olarak yaşanması için gereken tedbirlerin alınmasıydı. Bu anlamda II. Abdülhamid Han’ın temel ilkeleri Halifelik makamının gerektirdiği temsiliyeti yerine getirmek, Halife olarak Müslüman halka karşı samimi davranmak ve halk ile saray arasındaki mesafeyi kaldırmaktı.
Sultan Abdülhamid Han içtimai açıdan, halka karşı samimi bir anlayış benimsemişti. Onun bu tavrı kısa zamanda Osmanlı toplumunun ona karşı derin bir saygı ve muhabbetle bağlanması sonucunu doğurmuştu. Sultan Abdülhamid Han döneminde, gerek fertlerin hususi hayatlarında gerekse içtimai hayata gözle görülür derecede bir dinîleşme fark edilmişti.
Bu konudaki temel düşünce, dinin devletin en önemli temel taşı olduğuydu. O halde devlet bir taraftan dinî hayatı çeşitli müesseselerle teşvik ederken, halk da diğer taraftan dinini öğrenmeli ve tatbik etmeye çalışmalıydı. Bu anlamda yapılan sosyal ve hukuki düzenlemeler ile genel ahlaka ve İslam dinine uymayan davranış ve faaliyetlere engellemeler getirilmişti. Bizzat Sultan Abdülhamid Han kendisi samimi bir Müslümandı ve dinî vazifelerine itina göstermekteydi. Ona göre devleti temsil etme makamında olan kişiler devletle halkın yakınlaşmamasında veya uzaklaşmasında çok önemliydi.
Dolayısıyla devlet görevlileri özel hayatlarında farklı davransalar dahi resmî görevleri esnasında davranışlarına dikkat etmeliydiler. Nitekim Sultan Abdülhamid Han, bu hususu 1882’de Mısır’a göreve gönderdiği bir heyete nasıl davranmaları gerektiğini açıkça belirtmiş ve dikkatli olmalarını onlardan istemişti.
Sosyal Dayanışmayı Sağlayan Faaliyetler
Sultan Abdülhamid Han’ın halkı ile içtimai dayanışmayı sağlayıp bütünleşmeyi sağlama çabaları çeşitli şekillerde ortaya çıkmıştı. Bu gayretleri Halife sıfatıyla ve ekseriyetle üç aylarda yaptığı sosyal faaliyetlerle dikkat çekmişti. Düzenli verilemeyen maaşların hiç olmazsa Ramazan ve Kurban bayramları öncesi ödenmesi için her türlü fedakârlığa katlanılmasını istemiş, emekli, dul ve yetimlere ramazan münasebetiyle yardımda bulunabilmek için maliyeyi tazyik etmesi, takdire şayandır.
Kışların şiddetli geçip dar gelirli ailelerin perişanlığına yol açması durumlarında odun, kömür ve yiyecek ihtiyaçlarına bağışları cebinden yaparken, Halife unvanı ile takdimine itina göstermiştir. Böyle bir tavırla bir yandan halkın minnet ve şükranına mazhar olurken, diğer taraftan da halk devlet ayrımını hiç olmazsa şahsında giderme amacında olmuştur.
Diğer taraftan ictimai ahlakı ve asayişi sağlamak için de önemli adımlar atılmıştı. 18 Mart 1889 tarihli bir emirle İstanbul’un Müslüman mahallelerinde meyhane açılıp içki satılmasını yasaklayan Abdülhamid Han, o andaki mevcut meyhanelerin de kapatılmasını emretmişti. Ancak Abdülhamid Han öncekilerin aksine tutarlı bir şekilde konuyu ele almış içki tüketiminin toplum hayatını olumsuz etkilediğini, sarhoşların sayısının dikkat çekecek kadar arttığına değinmişti. Gayrimüslimlerin ekseri olduğu mahallelere yasak konulamadığı için Müslümanların bu bölgelerdeki meyhanelere girişlerini yasaklamış ve uygulamasına Şeremaneti ve Zaptiye Nazırı’nı vazifelendirmişti.
Sultan Abdülhamid Han, içkiyi yasak ederken toplumda umumi ahlakı koruyucu tedbirler almaktan geri kalmamıştı. Başlangıcından bu yana yaşanarak yerleşen ancak yazılmayan İslam ahlakının, batı taklitçiliği ile ikinci plana düşer gibi olması kumar, fuhuş, hırsızlık gibi kötülüklerin ön plana çıkmasına sebep olmuştu. Padişah, İslam âlemine de örnek olmanın gereklerini dikkate alarak, üç aylar, kandiller gibi dinî gün ve gecelerde Bayezid, Kapalı Çarşı gibi umumi yerlerde, bazı ahlaksızlıkların yeni yetişen nesillerin ahlakını bozacağı endişesiyle tedbir alınmasını emretmişti.
Ayrıca Halifelik merkezinde ahlaksızlığın artmasını önlemek için kadınlar konusunda bir takım düzenlemeler de yapılmıştı. Bütün bunlar Osmanlı toplumunun asırlardan beri var olan kendi medeniyet değerleri üzerine kurulmuş taklit ve özentiden uzak, samimi ve hakiki kanaat ve inançların tabi bir neticesi olarak Abdülhamid Han ile cemiyet arasında manevi bir bağ sağlamıştı.