S
ultan Abdülhamid, hakkında en çok konuşulan, ama belki de kimsenin hakkıyla tanımadığı bir şahsiyet... Seyyid Abdülhakîm Arvâsî, onun için, “Sultan Hamid hakkıyla tanınmadı” buyurmuş.
İmparatorluğun en buhranlı devrinde başa geldi; nice meselelerle uğraştı; hayli bâdireler atlattı… 1839’dan beri devam edegelen bürokrat-asker ittifakının memleketi çöküşe sürüklediğini gördü; iktidarı, dedesi Sultan II. Mahmud gibi elinde topladı ve devleti 30 sene saraydan idare etti. Bu devir, Yunanlıların Girit’e tecâvüzü üzerine kopan ve gâlibiyetle biten 1897 Harbi müstesnâ olmak üzere, bolluk içinde yaşanan uzun bir sulh devresidir.
Memleketin, maarif ve imar ile kalkınacağına inanmıştı. Bu sebeple her tarafa yollar, demir yolları, köprüler yaptırdı. Madenler, atölyeler, fabrikalar açtırdı. Her kasabaya bir rüşdiye (orta mektep); her büyük şehire de bir idadi (lise) yaptırdı. Büyük şehirlerde fakülteler kurdurdu. Zamanında basılan kitap, gazete ve mecmua sayısı, inanılmaz miktarlara ulaştı.
Devletin nasıl tasfiye edileceğinin konuşulduğu bir zamanda, ince bir diplomasi ile denge siyaseti yürüttü. Bütün ecnebi devletlerle iyi geçinmeye çalıştı. Böylece hem devletin ömrünü uzattı; hem de hilâfet siyasetini kullanarak dünya Müslümanları için destek ve ümit oldu.
Ancak bu politikayı, o asırdaki sömürge siyaseti cihetinden zararlı bulan İngiltere ve diğer Avrupa devletlerinin desteği ile Makedonya’da kurulan ve mason kulüpleri tarzında faaliyet gösteren İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin çıkarttığı isyan neticesinde tahttan indirildi. Sarayı yağmalandı. Servetine el konuldu. Ailesi darmadağın edildi
Birkaç darbe görmüş; suikastlar atlatmış olan zeki padişahın ince siyaseti, temkinli, bazen vehimli olmayı icab ettirdiğinden; ayrıca muhafazakârlığı sebebiyle çok kişilerin husumetini çekti. Görüp beğendikleri serbest Avrupa hayatını yaşama imkânı bulamayanlar, bu hislerini hürriyet sloganı arkasına saklayarak muhalefet cephesi kurdu. Güçleri budanan bürokrat, asker, hatta ilmiyeden çokları da padişaha hasım oldular. Öyle ki kendisini seven, tutan çok az kimse kaldı. ‘Yalnız hükümdar’ olarak saltanatını tamamladı. İşini iyi yapan idareciler, sevilmez!
Sade, ama rafine bir zevk sahibiydi. Şark ve garb kültürüne vâkıftı. Dindardı. İnce marangozdu; boş zamanlarında zarif ahşap eşya yaparak dinlenirdi. Sıradan bir aile babası gibi basit hayat yaşamayı severdi. Az yer, az uyurdu. Temiz ve titizdi.
Kızları Ayşe ve Şâdiye Sultanlar ile gelini Mislimelek Hanım’ın yazdıklarından başka, bugün Sultan Hamid ailesine ait hâtırat elde mevcut değildir. ‘Sultan Abdülhamid’in Hatıraları’ diye elde dolaşan kitapların hiçbirisi orijinal ve muteber değildir.
Padişahın hususî hayatına dair kitaplar da, ya muhaliflerince, ya da kendisini tanımayanlarca neşredilmiştir. Mısır ve Avrupa’ya kaçan muhalifleri, iğrenç bir iftira kampanyası yürütüp; haksız bir imaj çizmişti. 1908’de Jön Türk darbesi olup da gazeteler serbest kalınca, padişah aleyhinde, hatta akıl almaz iftiralar ihtiva eden yazılar ve karikatürler neşrederek, amme efkârını padişahtan soğutmaya çalıştılar. Abdullah Cevdet, “Abdülhamid aleyhinde yüz yalan uydurdum; birine ben bile inandım. O da harbiye talebelerini denize attırmasıdır” demiştir.
Kime itibar?
Osman Nuri, Ahmed Refik, hele Süleyman Kâni gibilerin yazdıkları, böyle menfi propaganda kitaplarıdır. Akla hayale sığmaz yalanlarla doludur. Saray muallimi ve Yahudi asıllı ajan Vambery bile Sultan Hamid’i çok daha iyi tanımış ve tahlil etmiştir. Namık Kemal’in oğlu olup padişahın saraya kâtip yaptığı Ali Ekrem Bolayır, hatıralarında çok daha objektiftir.
Ali Said Bey’in Saray Hatıraları, mevcutlar içinde belki de en muteberidir. İbnülemin Mahmud Kemal, İsmail Hâmi Danişmend ve Yılmaz Öztuna gibi insaflı tarihçilerin anlattıkları umumiyetle siyasî hayatı ve hususiyetlerine dairdir. Ali Fuad Türkgeldi, Süleyman Şefik Paşa, Memduh Paşa, Tahsin Paşa, Tevfik Diren gibi zâtların hatıratları Sultan Hamid’i tanımak için faydalıdır. Ziya Şakir, padişaha muhalif görünmekle beraber, umumiyetle işittiklerine istinad ettiği için sözüne itibar edilebilir.
İşte son neşrettiğim Behice Sultan’la Altı Ay isimli kitap, bu cihetle ehemmiyet taşıyor. Kadri, ne hayatında, ne de memâtından sonra bilinmiş bir padişahın gündelik hayatı ve hususiyetlerini tasvire çalışırken; bir yandan da hânedan efradının sürgünde çektiği acılara küçük bir misal teşkil ediyor.
Behice Sultan’la Altı Ay
“Bir defasında yanına gittiğimde, Sultan Efendi, evin mutfağında soğan ve patatesleri ayıklıyordu. Bunlar pazar atıklarından toplanmış çoğu çürük çarık şeylerdi. Kendimi tutamadım. Gözlerim doldu. ‘Oğlum, sarayda yaşadım. Hizmetkârlarım vardı. Ama gör, bak, şimdi ne hâldeyim! Cenâb-ı Hak, bizi imtihan ediyor. İnşallah bu imtihanı kazanırız’ dedi.”
Sultan II. Abdülhamid’in son zevcesi Behice Sultan’ın, Napoli’de sürgün hayatı yaşarken, o zamanların genç doktora talebesi Enver Ören Bey’e söylediği ve kuvvetli bir imanın tezâhürü olan bu sözleri, bugün kolay kolay kim söyleyebilir? Zevcesi böyle olanın, kendi acaba nasıldır?
Bir Çerkes beyinin kızı… Devrin en kudretli hükümdarlarından birinin zevcesi olmuş… Güzellik ve zekâsı yanında, cesareti ile de tanınmış… Bu yolda başına çok işler gelmiş… Evlat acısı yaşamış… Yokluk çekmiş… İftiralara uğramış… Nihayet 40 sene vatanından ayrı bırakılmış... Dünya bağının güzünü de, baharını da tatmış; neşenin de, gamın da rüzgârını görmüş bir şahsiyet… Son kitabım, Behice İkbal Efendi’nin bir film senaryosunu andıran hayatını ele alıyor. Hem o devrin harem hayatını, hem de padişaha ve ailesine revâ görülenleri dile getiriyor.