M
ekteb-i Tıbbiye, Sultan II. Abdülhamid zamanında dünyanın en ileri tıp fakültelerinden biri hâline geldi. Her milletten talebenin tahsil gördüğü mektepte, hocaların çoğu Avrupa’dan gelmiş veya burada yetişmiş, sahasında otorite şahıslar idi. Her talebeye bir mikroskop düştüğünü, burada okuyanlar hatıralarında anlatırlar. Mektebi gezen yabancı seyyah, diplomat ve ilim adamları hayranlıklarını ifade etmekten kendilerini alamamıştır.
Mektebin üç yılı lise ve dört yılı da fakülte seviyesinde idi. Hakkında anlatılan fıkralarla meşhur Rum asıllı tabip Marko Paşa, Mekteb-i Tıbbiye müdürlerindendi. Talebelerin her ihtiyacı mektep tarafından karşılanır; sivil talebeler askerlikten muaf tutulurdu. Fransızca, Arapça, Farsça ve dinî ilimler de, okutulan dersler arasındaydı.
Sultan Abdülhamid, Şam gibi büyük merkezlerde tıbbiye mektebi açtırdığı gibi, yeni hastaneler yaptırarak halk sağlığına mühim hizmette bulundu. Küçükken ateşlenerek vefat eden kızının hatırasına Şişli’de yaptırdığı Hamidiye Etfal Hastanesi hâlâ faaliyettedir.
Popüler meslek
Doktorluk böylece, kâtiplik ve subaylıkla beraber zamanın en popüler mesleklerinden biri hâline geldi. O zamana kadar küçük görülen ve gayrimüslimlerin tercih ettiği doktorluk mesleği, Müslümanlar arasında da yayıldı. Artık kızlar arasında, bir doktorla evlenmeyi hayal edenlerin sayısı az değildi. Bu hususta şarkılar bile yazıldı. Bir doktora âşık genç kızın ağzından yazılan “Nabzımı bırak a doktor, kalbime bak!” şarkısı bunlardan biridir. Arapça ‘tabib’ veya ‘hekim’ yerine, ‘doktor’ gibi Avrupa dillerinden bir tabirin tercihi de bu devre rastlar.
Mekteb-i Tıbbiye çeşitli binalarda tedrisat yaptıktan sonra, Haydarpaşa’da Sultan Abdülhamid’in 1903’te yaptırdığı ve bugün de ayakta bulunan ihtişamlı binaya taşındı. Burası, İstanbul güzel sanatlar mektebi hocaları mimar Alexandre Vallaury ve Raimondo d’Aronco’nun oryantalist üslupta inşa ettiği eseridir. Binanın zemininde bir tarafı caddeye ve bir tarafı da denize bakan en güzel odalarından birisi mescid olarak tanzim edilmişti. Bugün toplantı salonu olarak kullanılan bu odanın duvarlarında hâlâ duran İslâm harfli levhalar, o günlerin mahzun birer şahidi gibidir.
Parasız muayene
Haydarpaşa Tıbbiye Mektebi binası yapılacağı zaman, mimarlar tarafından tanzim edilen plan ve resimler padişaha takdim olunmuştu. Padişah, bu binada hem tıp tedrisatı icra, hem de hastalar tedavi olunacağından, plan ve resimlerin bir kere de mütehassıs doktorlar tarafından görülmesini emretti. Dershanede oturacak talebe ile koğuşlarda yatacak hastaların adedine nazaran bunların fazla havadar olmaları lâzım geleceğini ve binaenaleyh tavanların yüksekliğine itina olunmasını tembih etti. Sultan Abdülhamid’in bu iradesi nazar-ı dikkate alınarak tavanlar yüksek yapıldı. Binanın estetik cihetle zarafeti kalmadı. Fakat doktorlar bu sayede sıhhî icapların temin edilmiş olduğunu söylerlerdi.
Gülhane’deki Tıp Fakültesi’nde parasız muayene ve ilaç günleri vardı. Fakirler, bundan istifade ederdi. Fakültenin Haydarpaşa’ya nakli üzerine bu kolaylık ortadan kalktığı arz olununca, Sultan Hamid Gülhane müessesesini o vakit belediyeye devrettirdi ve parasız muayene ve ilaç usulüne eskiden olduğu gibi devamını emretti.
1867’de sivil tabipler için ayrıca Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye kurulmuştu. Burası, 1909 yılında, askerî tabip yetiştiren Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâne ile birleştirilerek Dârülfünun Tıp Fakültesi adını aldı. 1933’ten sonra da Avrupa yakasına taşındı ve İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi diye anılmaya başladı. Askerî tıbbiye ise Ankara’ya taşınarak, faaliyetine ayrıca devam etti.
Haydarpaşa’daki bina da Haydarpaşa Lisesine, daha sonra da Marmara Üniversitesine tahsis edilmiştir. Şimdi Sağlık Bilimleri Üniversitesine dönüştürülmüş; yanı başındaki eski Gülhane Hastanesine, 2016’da askerî hastaneler lağvedilince, Sultan Abdülhamid’in isim verilmiştir. Bahçesinde Sultan Abdülhamid’i tahttan indirmeye gelen ordunun kumandanın heykelinin bulunması garip bir tesadüftür.