O
ldukça sakin ve gösterişten uzak bir hayatı benimseyen Sultan II. Abdülhamid Han güne sabah namazıyla başlardı. Hergün, güneş doğmadan kalkardı. "Erkenden" tanımı yaz ve kış mevsiminde güneşin doğmasına göre değişse de Sultan saati hiç aksatmaz, 04:30 ile 05.00 arasında muhakkak uyanmış olurdu. Sabah 06.00'da kalktığından bahsedilirse de bu durum muhtemelen istisnadır.
İlk iş, ılık suyla banyo yapardı. Bu abartısız ve istisnasız ölünceye kadar hiçbir gün terk etmediği prensibiydi. Giyinip kuşanması Avrupa krallarınınki gibi uzun sürmezdi. Zira sade bir giyim tarzıyla bu işe fazla zaman harcamazdı. Bütün hazırlıklardan sonra gözlerden uzakta, Yıldız Sarayı ve bahçesinin sakin bir köşesinde sabah namazını eda ederdi.
Namazdan sonra yaptığı kahvaltısı ve diğer öğün yemekleri, hayat tarzı gibi sadeydi. Açlığını kahve, yumurta, ekmek ve tereyağı ile giderir, bunlarla iktifa ederdi. Yemeğini yalnız yer, kimseyi sofrasına misafir olarak kabul etmezdi. Bu tavrı bir devlet geleneğiydi. Ancak zaman zaman Müşfika Kadın ve resmi davetlerdeki misafirleriyle birlikte yemek yediği de olurdu. Mekke Şerifi tarafından temin edilip gönderilen Moka kahvesi günün ilk içeceği, o günün şafağının ve kahvaltının değişmez bir parçasıydı.
Kahvesi itinayla hazırlanır, kendisine sunulur, bu sunum bütün gün belli aralıklarla devam ederdi. Sigara ise Sultan için adeta vazgeçilmez bir tutkuydu. Şafakla birlikte içmeye başladığı sigarayı parmaklarının arasından eksik etmez, yatmak için kafasını yastığa koyuncaya kadar elinden bırakmaz ve sigarasını içtikten sona merasime başlamak üzere Harem Dairesine geçerdi.
Dairesinde ailesiyle Harem halkının ihtiyaçlarını temin etmek, üzere talepleri tek tek dinler, Harem’den sorumlu kimselere ve baş haremağasına gerekli talimatları verirdi. Sonra Harem Dairesi’nden ayrılarak Selamlığa geçer, nihayet saat 10:00 da devlet işleriyle ilgilenmek üzere yeni günün işlerini incelemeye ve icraya yönelirdi.
Devletin bütün işlerini öğrenmek ve gereğini emretmek tarzında bir iş ahlâkına sahipti. Bu yaklaşımı Avrupalılarca Sultan'ın kendisine karşı, sergilenecek muhtemel bir ihanet yahut suikast endişesinin tezahürü gibi yorumlanmışsa da bu yanlış ve yersiz yorumun gerçekle alakası yoktur. Sultan sadece devlet işlerini en ince ayrıntısına kadar bilmeyi, tedbiri elden bırakmamayı ve bunlara göre de icrada bulunmayı arzu ediyordu.
Ona göre hiçbir ayrıntı önemsiz değildi. İdari konularda en ince tefarruatına kadar her şeye vakıftı. Her bir tayin veya görevlendirmeyi bizzat yapardı. Bu denli titiz ve dikkatli oluşunda amcası Sultan Abdülaziz'in boğularak şehit edilmesinin etkili olduğu söylenebilir. Her dönemde olduğu gibi o dönemde de içte ve dışta oldukça fazla “erb'ab-ı hıyânet” vardı.
Bürokratları Sultan'ın devlet işlerindeki hassasiyetini bilir ve devlete dair her tür işi mutlak surette dosyalar halinde onun şahsi dikkatine arz ederlerdi. Sultan'ın en başta ilgilendiği konu, Avrupa gazetelerinin Osmanlı Devleti ve milleti hakkında neler yazdıklarıydı. Haberleri dikkatle dinler, raporları inceler ve gereğinin yapılmasını emrederdi.
Disiplinli Çalışma, Sade Bir Sofra
Mesaisi gün boyunca yoğun bir şekilde sürer, idari ve istihbarî bilgileri dinler, raporları inceler, olayları irdeler, dilekçeleri, harcamaları ve kararları onaylar, bakanlar ve yabancı devlet elçilerini huzura kabul ederdi. Bu minvaldeki gayret ve meşgalesinin saatlerce sürdüğünü devrin kaynaklarından öğreniyoruz.
Yorulmak bilmeyen fıtratı onu bıkmadan, usanmadan çalışmaya sevk ederdi. Günün işlerini ertesi güne bırakmamak için çoğu gece odasında sabahlar; siyasi ve idari birçok konuyu nihayete erdirirdi.
Çalışmasını bölen tek şey, vakit namazlarıyla öğün yemekleriydi. Saat 11:00-12:00 arasında hazırlanan öğle yemeğini Harem dairesinde yerdi. Menü son derece sade olup adeta diyet tarzındaydı. Sultan'ın sebze türünden yemekleri tercih ettiğini biliyoruz.
Sofrasında çeşitten ziyade kalite belirleyiciydi ve alkole kesinlikle yer vermezdi. İçecek olarak sadece su bulunsun isterdi. Bu sebeple öğle menüsünde çok az et veya besleyici et suyu, börek veya küçük kekler, yine çok az miktarda sebze cinsinden yemek, meyve ve kahve servis edilirdi. Yıldız Sarayı nefis bir koruyla çevriliydi. Köşklerin pencerelerinden Boğaz'ın dalgalarını an be an seyretmek mümkündü. Sultan yemeklerini genellikle Boğaz'ın ve Marmara'nın eşsiz güzelliğini temaşa ederken yemeyi tercih ederdi.
Öğle yemeği sonrasında durumuna göre, yatak odasındaki bir şezlonga uzanarak biraz dinlenir, sonra da mesaisine devam etmek üzere tekrar çalışma odasına geçerdi. Bazen de bir iki saatlik süreyle sarayın bahçesinde zaman geçirir, yaverleri yahut yüksek mevkiden devlet ricaliyle parkta gezinir, bahçedeki yapay gölette kayığa biner, bu açık hava faslından sonra mesaisine dönerdi. Öğleden sonra heyet toplantılarına başkanlık eder yahut huzura kabullerde bulunurdu. Devlet işleriyle meşguliyeti, yine kısa bir açık hava teneffüsünden sonra akşam vaktini bulurdu.
Uyku öncesi kitap saati
Uyku öncesi kitap saati Cuma günü özel bir öneme sahipti. Sultan cuma namazı için Yıldız Camii'ne gider, namazını kılar ve mesaisine devam etmek üzere Saray'a dönerdi. Cuma sonrasıysa bakanları ve İstanbul'daki yabancı devlet elçilerini huzura kabul ve görüşme zamanı olarak ayrılmıştı. Akşam yemeğini güneş battıktan sonra, yavaş ve sakin bir şekilde yerdi. Yemek servisi gösterişten uzak olurdu. Akşam yemeği menüsü de öğle yemeği gibi gayet sadeydi.
Menüdeki tercihi, örnek vermek gerekirse, buzlu şerbetle birlikte sunulan çok sevdiği milli pirinç pilavı, tatlı ve dondurma türünden şeylerdi. Akşamki programı günün meşgalesine bağlı olarak değişirdi. Eğer yapılması gereken resmi işler varsa mesaisi gece yarısına kadar devam ederdi. Böyle durumlarda yemekten sonra Selamlığa geçer, paşaları ve yüksek rütbeli subayları huzura kabul ederdi.
Marangozhanede çalışmayı tercih etmesi, kütüphaneye giderek kitap okuması veyahut tiyatroda misafirleriyle oyun ve opera izlemesi muhtelif akşamlardaki mutad meşgaleleri arasındaydı. Tabii olarak çok geç yatar, az uyurdu. Devlet ve milletin sıkıntılı zamanlarında, olağanüstü hallerde hiç uyumadan iki gün uykusuz kalabilirdi. Önemli bir devlet işi olması halinde gecenin herhangi bir saatinde kapısını çalmak ve onu uyandırmak mümkündü. Bu hususta çok açık talimatı vardı.
Yatak odasına çekilse de hemen uyumaz; önce mutlaka kitap okur veya sütkardeşi Esvapçıbaşı İsmet Bey bir paravananın arkasından, uykuya dalıncaya veya "kâfidir" deyinceye kadar, yine onun tercih etmiş olduğu polisiye türü romanlar okurdu. Sultan'ın gündelik hayatı günün bidayetinden nihayetine, her yönüyle aşikâr ve göz önünde iken, ondan hazzetmeyenler ve ona husumet besleyenler kendisine türlü türlü sıfatlar atfederek Sultan'ı lekelemeye gayret etmişlerdir.
Sarayda ve Haremde onlarca çalışma odasının olduğu, Sarayın bahçesinde muhtelif köşkleri bulunduğu iftirasını da atmışlardır. Günü veya geceyi nerede geçirdiğini kimsenin bilmediğinden, muhafızları onu bir binada veya köşkte zannederken, onun arka kapıdan veya bilinmeyen bir yerden başka bir binaya geçtiğinden bahsedenler de olmuştur. Bu söylem ve söylentiler, muayyen vasıftaki insanların ona besledikleri husumet neticesi uydurulan edilen, aslı astarı olmayan, hayal mahsulü teselli ve hikâyelerdir.