B
eşiktaş Barbaros Bulvarından inin, Yıldız Camii’ni geçin. Serencebey yokuşuna girmeden dergâh konak karışımı bir bina göreceksiniz sol tarafta. Çoktandır niyetliyim de iskeleler tenteler vardı, tamiratta olduğu için girememiştim. Geçen baktım kapısı aralık, bildiğiniz avlulu şadırvanlı bir cami.
İçerisi nasıl aydınlık, nasıl müzeyyen anlatamam, adeta saray. Ahşap işçiliğinde ciddi bir itina, yoksa Abdülhamid Han’ın eli mi değdi? Devir ve şekil itibarı ile o yıllardan kaldığı belli. Çıkarken türbede yatan mübareklere de birer Fatiha okuyalım dedik. Tabeladaki isim dikkatimizi çekti: “Muhammed Zafir Efendi.”
-Aaa bu Abdülhamid Han’ın intisap ettiği Şazeli şeyhi değil mi?
Ecdadın Adı Yaşaya
Evet zikrolunan bina bir Abdülhamid han eseri. İnşasına o sıra Mabeyn-i Hümayun müşiri olan Gazi Osman Paşa (Plevne kahramanı) nezaret eder. Sultan da sanatını konuşturur, mahfil kafeslerini bizzat eliyle işler. Bina hitama erince (1887) Söğüt, Domaniç yöresi Türkmenlerinden müteşekkil Ertuğrul Alayına tahsis edilir. Hayrat-ı Şerife defterine “ahşap meşrutahanesinin müştemilatı fevkani ve tahtani (altlı üstlü) 19 oda, 4 sofa, 5 hela, 1 hamam, 1 mutfak, köşk ve bekçi odasından ibarettir” bilgisi geçilir.
Külliye sadece vakit namazlarda açılan bir mescid değildir, Muhammed Zâfir Efendi burada talebe de yetiştirir. Bilhassa Trablus Mısrata’dan gelen dervişleri tedristen geçirir, icazetlerini verir. Libyalılar, Tunuslular derken köprü olur Şimal-ı Afrika’ya.
İstanbullu Aşina
Ertuğrul Tekkesinde cuma namazını müteakip ve her akşam yatsıdan sonra Şazeli Evradı okunur. Tekkenin serzakirleri ekseri Mısırlıdır, yanık sesleri ile Maşaallah dedirtirler hafıza. Abdülhamid Han her akşam olmasa da cuma faslına iştirak eder mutlaka.
Yemekleri Matbah-ı Amire’den (saray mutfağından) gelir. Akaretlerdeki binalar ve Tophane’deki dükkânlar tekkeye vakfedilmiştir. Denize kadar uzanan bahçe meyve ağaçları ile doludur. Siz orayı biliyorsunuz aslında.
Ne demek çıkaramadım?
Conrad Oteli desem mesela?
Evet O Libya
Zafir Efendi Mısrâte’de doğan (1829) bir Libyalıdır. Dedesi Medine eşrafından Hamza Zâfir, babası Fas’ta Şâzeliyye Derkaviyye yolundan feyz alan Muhammed Hasan el-Medenî’dir. Zâfir Efendi babasının tedrisinden geçtikten sonra Tunus ve Cezayir’e gider, Mısır’da, Medine’de Hakk aşıklarından ilim hikmet toplar. Zamanı gelince Şâzeliyye-Medeniyye şeyhi olarak irşada başlar. Tunus, Fizan, Mısır, Suriye ve Hicaz’da çok talebe yetiştirir. Trablusgarp medresesinde müderrislik yaptığı günlerde Mahmud Nedim Paşa ile tanışır ve onun teşviki ile İstanbul’a gelir. Unkapanı’nda Balmumcu Tekkesini açar. İşte henüz Şehzade olan Abdulhamid Han da burada katılır halkaya.
Gönüllü Asker
Fransa’nın Tunus’u işgali üzerine (1881) Şeyh, kardeşi Hamza Zâfir’i Trablusgarp’a gönderir ve direniş başlar. Sadece Fransızlara karşı değil Mısır’a çöreklenen İngilizlerle de (1882) uğraşırlar, Urâbî Paşa’nın gönüllü askeri olurlar. Fransız Konsey Başkanı Cidde konsolosuna “Şazeliyye-Medeniyye tarikatının gücü” hakkında bilgi sorar. İşte cevap:
“Şeyh Zafir İmparatorluk içinde de dışında da pek itibarlıdır. Dine, devlete, sultana bağlıdır. Müridleri silsile-i meratib içinde çalışır. Hem sayıları fazladır hem de disiplinli ve teşkilatlıdırlar. Sıhhi ve iktisadi sebepleri bahane edip Hacca gitmelerine mani olmalıyız, yoksa diğerlerini de kıyama kaldırırlar.”
Baş Ucunda Tuğla
Abdülhamid Han-ı Sani, yatağının yanında tuğla bulunduran bir dervişmeşreptir. Kapısı acil çalındığında teyemmüm eder, musluğa kadar abdestsiz adım atmaz. Çünkü o saatte ya mühim bir devlet meselesi sorulacaktır, ya da hayati bir evraka imza...
Güne Kur’ân-ı kerim ve evrad (virdler- düzenli yapılan zikrler) ile başlar. Hizb-ul bahr ve Delâil-i Hayrat (salavatlar) okumadan yatmaz. Şimdi namazını da kılıyordu, orucunu da tutuyordu, ağzına müskirat koymuyordu demenin mânâsı var mı, zaten ehl-i takva. Ne olacaktı yani başka?
Alime Hürmet
Abdülhamid Han ulemaya hürmetkârdır, Yahya Efendi Tekkesi şeyhi Nakşî Hasan Hayri Efendi’yi ziyaret ettiği günlerde yaşı küçüktür daha. Babası Abdülmecîd Han “benim oğlum derviştir” der, amcası Sultan Abdülaziz Arapçasına bayılır, “Bülbül” diye hitap eder ona.
Nakşî-Halidî şeyhi Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevi hazretleri ile bir araya gelir, Yenikapı Mevlevihanesinde Osman Salahaddin Dede’den Mesnevi dinler. İftarlarda ehl-i tasavvufu sofrasında ağırlar ki Halvetî-Sünbülî şeyhi Rızaeddin Efendi’de onlardan biridir. Yıldız Hamidiye câmiinin kürsü şeyhi Şerif Efendiyi de el üstünde tutar, çocukları okutmasını ister ondan.
Şeyhlerin Şeyhi
Sultan, Halep Nakibü’l-eşrafı Ebu’l-Hüda es-Sayyâdî’yi “Şeyhülmeşayıh” rütbesi ile vazifelendirir. Hazret, Suriyeli olduğu için aşiretleri cemaatleri iyi bilir, Ortadoğu’ya dair politikalarda padişaha yol gösterir. Ebû’l-Hüdâ Hazretlerinin de Beşiktaş’ta muazzam bir dergâhı vardır, Asya ve Arap ülkelerinden çok misafir gelir. Tekke ve zâviyeler kapatılınca el koyar, 2525 liraya satarlar (1929). Tarihî eserdir ama alan yıkar, izi bile kalmaz.
Mâlum II. Mahmud Han İstanbul tariki ile hacca gidecek Asyalılar için Özbekler Tekkesi’ni yaptırır. Kafkaslardan gelen dervişler Eyüp’teki Kaşgari Dergâhı’nda, Hindistan’dan gelenler Aksaray Hindular Dergâhında, Afganistan’dan gelenler Üsküdar Afganiler Dergâhı’nda, Buhara’dan gelenler Ayvansaray Buhari dergâhında ağırlanırlar. Kuzey Afrika’nın nabzı da Ertuğrul Tekke’de atar.
Leşker-i Dua
Zafir Efendi devlet işlerine karışmaz, bir şey sorulursa cevap verir anca. 93 Harbi esnasında “emin” bir vezir aranınca Tunuslu Hayreddin Paşa’yı tavsiye eder meselâ. Hayreddin Paşa kalitesini ispatlayacak, sadrazamlığa yükselecektir daha sonra. Zafir Efendi Ruslarla savaştığımız günlerde Hint Müslümanları ile temasa geçer, İstanbul’a altın yağar adeta.
Afetmiş, salgınmış, yangınmış; kenarda durmaz bir şekilde elini taşın altına koyar.
Şazeliler Kur’ân-ı kerim tilavetinin yanı sıra Buhari-i şerif hatmi de yaparlar. Abdülhamid Han, Sahih-i Buhari’yi bastırıp çeşitli beldelere yollar. İstanbul’da ramazan ve kandil gecelerinde, sünnet, doğum, düğün merasimlerinde Salât-ı Meşişiyye okunur mutlaka.
Gücümüzün Farkında
II. Abdülhamid Han emperyalist Batı’ya karşı Müslümanları bir bayrak altında toplama hayali ile yaşar. Birçok tarikat önderi onun emriyle Türkistan’a, Hindistan’a, Afrika’ya, Çin’e gider, kardeşlerimizle irtibat kurar.
Şeyh Rahmetullah, Seyyid Hüseyin el-Cisr, Şeyh Ebü’l-Hüda... Sultan Abdülhamid memleketin dört bir yanına (şahsi parasından) camiler mektepler yaptırtır, viranlayanların tamirini üstlenir ayrıca. Hindistan, Cava ve Sumatra’da hayli hayır hasenat yapar. Seçkin ulemayı Çin’e yollar, Pekin’de “Darü’l-Ulum-i Hamidiye” açar.
Yaka Yıka, Sata Sata
II. Abdülhamid Han Zafir Efendinin vefatı üzerine Suriye’de bulunan Şazeli Şeyhi Mahmud Ebüşşamat Hazretlerine bağlanır, dersine devam eder sadakatle. Ertuğrul Tekke’ye bir türbe ilave edilir. Evet Batı üslubundadır ama Saray mimarı d’Aronco yakıştırmasını bilir.
Bahsi geçen türbeye Zafir Efendi’nin yanı sıra, kardeşleri Hamza (1904) ve Beşir (1909) de (Rahmetullahi aleyh) defnedilir. Cumhuriyet ile tekkeler kapatılır, bina İstanbul Belediyesine verilir, sonra Maarif’e (Şair Nedim Mektebi) devredilir. Onca iradına rağmen bakım ve onarımı ihmal edilir, çökmesi muhtemel bir harabe haline gelir (1957). Bilahare Vakıflar tarafından elden geçirilse de harem ve misafirhane kaybedilecektir