irinci Dünya Harbi’ni çarçabuk bir neticeye bağlamak niyeti ile müttefik devletler, yani İngiltere, Fransa, ve İtalya her şeyden önce Çanakkale boğazını zorlamak ve geçmek İstanbul’u zaptedip Osmanlı kuvvetlerini bertaraf etmek ve asıl mühimmi yine müttefikleri bulunan Rusya ile aralarında muvasalatı sağlamak kararını vermişlerdi. Bu sebeple evvelâ sonra hem de karadan teşebbüsle giriştiler. Lâkin evdeki pazarlar çarşıya uymadı. Zorlu bir mukavemetle karşılaştılar. Osmanlı kuvvetleri payitahtın kapılarını kahramanca müdafaa ediyor. İçeriye kimseyi sokmamak azminde bulunduklarını her gün bir türlü isbat ediyorlardı.
İlk taarruzlar boşa
gidince müttefikler tazyiki artırdılar, ilkinden birkaç misli fazla kuvvet
getirip yığdılar. Ordumuz evvel Allah bunlara da karşı koyacak, bu kuvvetleri
de eritecekti. Nitekim öyle de oldu. Çanakkale’nin şanlı destanını hafızasında
ve gönlünde gururla yaşatmayan Türk tasavvur edilemezdi.
Bununla beraber düşman taarruzunun
en nihai derecesini bulduğu günlerde o zamanki hükümet, ne olursa olsun
payitahtı Anadolu içerilerinde başka bir yere nakletmeyi düşündü. Eskişehir’e,
Konya’ya memurlar gönderildi. Devletin bir kısmı evrakı oralarda peylenen eve
taşındı. Padişah için de Konya’da Mevlevihane binası el altından hazırlandı.
Vükelâya eşraf konakları tahsis edildi. İlk işarette, devlet erkânından
mürekkep bir muhacir kafilesi yollara dökülecekti. Harbe Anadolu’da devam etmek
kararı verilmişti.
Bu arada hükümetçe nazik
telâkki edilen bir mes’ele daha vardı. Hakan-ı sabık Abdülhamit ne olacaktı?
Hal’ini müteakip Selanik’e sevkedilen bu zat Balkan Harbi’nin aldığı tehlikeli
şekil üzerine Alman maiyet gemisi ile İstanbul’a getirilmiş, şimdi Beylerbeyi
sarayında oturtulmuştu, imdi buradan da alınarak Anadolu içlerine nakli lazım
geliyordu. Bu iş zannolunduğu gibi kolay değildi. Abdulhamid mahlu olmasına
rağmen, celâdetinden, gururundan hiçbir şey kaybetmemiştir. İttihadcılar ondan
çekiniyorladı. Diğer taraftan Padişah 5. Mehmed de biraderinin kat’iyyen incitilmesini
istemiyordu. Sultan Reşad son derece terbiyeli, iyi ahlâklı büyüklerine saygı,
küçüklerine şefkat gösteren zerre kadar kin tutmayan efendi bir adamdı.
Hükümet bütün bunları
hesaba katarak Beylerbeyi’nden Anadolu’ya göç işini emirle ve zorla değil fakat
Abdülhamid’i ikna ve kendisinden rica suretiyle halletmeyi muvafık görmüştü.
O günlerde Dahiliye
Nazırı Hikmet, Başmâbeyinci Tevfik Beyler ile Darüssâade ağası Fahrettin Ağa ve
Dolmabahçe sarayında aynı gün nöbetçi bulunan Divan-ı Hümayun teşrifat
memurlarından Ercümend Ekrem Bey’i hey’et halinde Beylerbeyi’ne göndermek
kararı verildi.
Ercüment Ekrem diyor ki:
-Bu milletin otuz üç yıl
mukadderatına hükmetmiş olan Abdülhahid-i Sâni ağır adımlarla girdi. Yalnızdı,
kulaklarına kadar geçmiş koyu renk fesinin altında tepeden tırnağa mermerden
bir heykel gibi bembeyazdı. Saçları, sakalı, sakosu tekmil düğmeleri kapalı
yüksek yakalı ceketi, pantolonu ve ayakkabısı… Hepsi bembeyaz, sırtı hafif
kamburlaşmıştı. Gözleri pek canlı idi. Her birimizi çenesi hizasından alnına
giden kısa temannalarla ayrı ayrı selâmladı. Yerden mukabele ettik. Hikmet Bey
bizleri takdim etti, isim ve sıfatlarımız söylenirken bunlara fazla ehemmiyet
vermiyormuş gibi davrandı ve Fahreddin Ağa ile görüştü. Ne dediklerini
işitemedim. Derken baş mâbeyinci selâm-ı şâhâneyi tebliğ etti ve sözü tekrardan
Dahiliye Nazırı’na bıraktı. Hepimiz huzurunda el pençe divan durarak
dizilmiştik.
Hikmet Bey uzun uzun ve
pek hürmetkâr bir ifade ile önce vaziyeti anlattı ve lâkırdıyı döndürüp asıl
ziyaretimizin sebebine intikal ettirdi. Hulâsâten şunları söyledi:
-Acil bir tehlike arz
etmemekle beraber vaziyet çok ciddidir. Düşman bahren ve berren Çanakkale’yi
zorluyor. Şiddetli müdafaaya rağmen Hudânekerde boğazı geçecek olursa padişah
hükümet ve hanedan-ı saltanat esarete düşerek elim bir müsalehaya mecbur
olmamak için gerek zât-ı şâhâne ve gerek meclis hükümet Anadolu’ya göçüp harbe
orada devama karar vermiştir. Hatta zat-ı şâhâne için Konya’da Çelebi Efendi’nin
konağı tahliye olunmuştur. Korkulan vaziyet maazallah hâdis oluverirse zat-ı hümayunlarının
hangi şehirde ikamet buyurmak istediklerini birader-i şâhâneleri tarafından
öğrenmeye memur edildik. Emir ve irâdelerine muntazırız.
-Şevketlu biraderimin hâkipai şâhânelerine arz-ı
ubudiyet ediyorum Endişeleri tamamiyle gayri variddir. Eğer dokunulmamış ise
Çanakkale’yi ben zamanında fevkâlade tahkim etmiş idim. Oradan hiçbir
donanmanın geçmesi kabil değildir. Boğaziçi de öyle ama farz-ı muhal olarak
öyle bir felâket başa geldiği takdirde hakanın yapacağı şey tâcını ve tahtını
tebaasını terk ile züll-i firarı irtikab değil, eyvan-ı payitahtının taşları
altında şan ve şerefle terk-i can etmektir. Hazreti Fatih bu beldeyi küffar
elinden fethettiği zaman Bizans İmparatoru kaçmayıp harp ede ede yıkılan
kalelerin altında can vermek celâdetini göstermiştir. Biz Fâtih’in ahfâdı
Kostantin’den aşağı kalamayız. Zât-ı şâhâneye böylece arz edin. Müsterih
olsunlar. Ve irâde-i ezeliyeye münkad olsunlar, şuradan şuraya
kımıldanmasınlar. Düşman buraya giremez. Bana gelince ben artık bir yere
gitmem, yegâne arzum burada ölmektir. Biraderlerimden ve hükümet-i seniyeden bu
arzuma mümaşat edilmesini istida ederim.