O
smanlı Devleti’nde padişahların sözlü ve yazılı emirlerine ‘‘İrade-i Seniyye’’ denirdi. Bu emirler saray başkâtibi tarafından kaleme alınır, daha sonra icap eden yerlere tebliğ edilirdi. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı’nda bulunan ve Başkâtip Tahsin Paşa tarafından kaleme alınan bazı irade-i seniyyelerden Abdülhamid Han’ın dinî hususlarda çok hassas olduğu; ülkenin her türlü sosyal, siyasi ve ekonomik meselelerini çok yakinen takip ettiği; ayrıca tebaasındaki bütün insanlarla ırk din farkı ayırmadan alakadar olduğu anlaşılıyor.
Abdülhamid Han’ın hassasiyet gösterdiği konulara dair birkaç ‘‘İrada-i Seniyye’’leri özetleyerek takdim ediyoruz...
RAMAZAN-I ŞERİFE DİKKAT
Abdülhamid Han, 1899 yılında yaklaşan ramazan ayı vesilesiyle Müslümanları şu ifadelerle daha dikkatli olmaya çağırıyordu: ‘‘Şerefle yaklaşmakta olan mübarek ramazan ayının bütün müminlerin mağfiretine, yüce Rabbimiz ve Peygamberimizin rızasına, iki cihan saadetine kavuşulmasına vesile olması için; bu ayın kutsiyeti dikkate alınarak, dine aykırı işlerden kati uzak durulmalı, oruç, namaz vesaire gibi dinî vazifeleri yerine getirmeye bir kat daha dikkat edilmelidir. Bu sebeple bu konuya dair emir ve ikazların duyurulması Padişahımız efendimiz hazretlerinin emir ve iradelerinin gereğindendir.’’ (10 Ocak 1899)
TESETTÜR, KILIK-KIYAFET
Aynı zamanda Müslümanların halifesi olan Sultan Abdülhamid, 1904’te bazı kadınların dine uygun giyinmediklerini fark etmiş ve bir irade-i seniyyede bulunmuştu: ‘‘Müslüman kadınlardan bazılarının giydikleri gerek çarşaf ve gerek feraceler örtünmeye uygun bir hâlde bulunmayıp çarşafların adi entari şeklinde, feracelerinin kolsuz ve mintansız bir suretle ve yaşmakların da gayet ince olduğu, Yıldız Sarayı’na dönüşte Zat-ı Şahanelerinin gözüne çarpmıştır. Feracelerin eskiden beri bir örtünüş şeklinin bulunduğu malumlarıdır. Bu sebeple İslamiyet’in şiarlarına yakışmayacak o gibi şeylerin katiyen men edilmesi ve örtünmenin gereklerine özen gösterilmesi için hükümetçe bir karar alınması ve bir de bazı kadınların subayların ceketlerine benzeyen ceket ve manto giydikleri, bu hal uygunsuz olduğundan bunların yapılmaması Padişahımız efendimiz hazretlerinin emir ve iradeleri gereğindendir.’’ (12 Ocak 1904)
KUMAR OYUNU
İstanbul’un bazı gayrimüslim semtlerinde gizlice kumar oynandığı haberini alan Abdülhamid Han’ın bu suça mani olunmasına dair emirleri de arşiv vesikalarında yer alıyor: “Kumar oyunu esas olarak bütün ülkelerde yasak olmakla beraber, bu husus şeriatın haram kılmasıyla Osmanlı Devleti’nde bir kat daha mühimdir. Böyle olduğu hâlde Büyükdere ve bazı yerlerde kumar oynatılmakta olduğu Padişahımız tarafından haber alınmıştır. Kumar oyununa düşkün olanların er geç perişan oldukları ve birçok müptelanın zaruret tahriki ile rüşvet, cinayet veya intihara teşebbüs ettikleri yaşanan hadiselerden bilinmektedir. Padişahımız efendimiz Şer’an ve kanunen yasak olan kumarın Osmanlı devletinin hiçbir yerinde oynanmamakta olduğunu zannettikleri hâlde, sözüne güvenilir kişilerin ifadesinden kumarın bir vakıa olduğu anlaşılmıştır. Bu durum Padişah nezdinde esefle karşılanmıştır. Şeriatın men ettiği bir şeyin vaki olması Osmanlı Hükümeti’nce de caiz görülmeyeceğine göre, Zaptiye Dairesince gerekli tebligatın yapılıp kumar oyunun tamamen yasaklanması Padişahımız efendimiz hazretlerinin emir ve iradeleri gereğindendir.’’ (28 Eylül 1899)
İÇKİ YASAĞI
Osmanlıda gayrimüslimlerin içkisine karışılmıyor ama umumi yerlerde alkol içilmesine de izin verilmiyordu. Sultan, buna dair bir irade-i seniyyesinde şu ifadeleri kullanmakta: ‘‘Sokakta, kahvehane ve meyhane gibi umumi yerlerde alenen içki içilmesi daha önce bir iradeyle yasaklanmıştı. Bu yasağın faydalı tesirleri görülmüş ve o zamandan beri cinayet vakaları bir hayli azalmıştı. Ancak, bir müddetten beri söz konusu yasağa itina gösterilmediği; açıktan içki içenlere mani olan zabıta memurların nasihatlarına uyulmadığı, bazı uygunsuz sözler söylediği tespit edilmiştir. Yukarıdaki hallerin men edilmesi Padişah efendimiz hazretlerinin emir ve iradelerinin gereğindendir.’’
(26 Temmuz 1903)
Abdülhamid Han’ın muhtemelen gayrimüslim olan bazı kişilerin Müslüman mahallelerinde meyhane açma teşebbüslerine dair bir irade-i seniyyesi ise şöyleydi: “Biri Aksaray’da Laleli Camii şerifi civarında, bir diğeri de Şehzadebaşı’nda İslam mahallesinde olmak üzere iki meyhane açılmasına teşebbüs olunduğu Zatı şahanelerin kulağına gitmiştir. Bu hâl, hürriyet ve müsavat hususlarında suiistimal derecesinde ileri gitmektir. Dinen caiz olmayan hâllerden sakınmak gerektiği için, camilerin yakınında ve İslam mahallelerinde meyhane açılmasına müsaade edilemez. Bu tür şeylere mani olacak tedbirlerin alınması hususunda Şehremaneti (Belediye reisi) ile Zaptiye Nezareti’ne tebligat yapmak üzere hükümetçe bir karar alınması, Padişahımız efendimiz hazretlerinin emir ve iradelerindendir.’’
(17 Ekim 1900)
HRİSTİYAN TEBAAYA YARDIM
Osmanlıda İmparatorluğu’nda “zımmi” diye adlandırılan gayrimüslimlerin dinlerine tolerans gösteriliyor ve kendilerine Padişah tarafından yardımlar yapılıyordu. Sultan Abdülhamid, bir defasında şu emirleri vermişti: “Maddi sıkıntı içinde bulunmalarından, Paskalya ve Hamursuz Bayramı’nın yaklaşmasından dolayı Padişah’tan bağış talep eden Rum Patrikhanesi’ne 75 bin, Ermeni Katolik Patrikhanesi’ne 25 bin, Hahamhane’ ye 35 bin ve bu arada Ermeni Patrikhanesi ’ne de 40 bin kuruş verilmesi hakkındaki hükûmet kararını arz eden 1 Nisan 1896 tarihli hususi Sadaret tezkeresinde icap edenlerin yerine getirilmesi Padişahımız efendimiz hazretlerinin emir ve iradeleri gereğindendir.’’
(4 Nisan 1896)
ÇİNLİ MÜSLÜMANLARA YARDIM
Bütün dünyadaki müminlerin halifesi olan Sultan Abdülhamid, zor durumda kalan iki Çinli Müslüman hakkında şu yardım emrini vermişti: ‘‘Çinli Müslümanlardan Zore Hanım ve kızı Zübeyde Hacca gitmek üzere İstanbul’a geldikleri sırada yolda paraları çalınmış ve açıkta kaldıklarından Haseki Kadın Hastanesi’ne yerleştirilmişlerdir. Söz konusu hanımların hacca gitme arzusunda oldukları Şehremaneti (Belediye reisi) tarafından bildirilmiş olup, Müslüman olmalarına ve Haremyn-i Muhteremeyn’e gitmek istemelerine dolayı kendilerine yardım yapılması ve kolaylık gösterilmesi gerekmektedir. Bunun için Dahiliye Nezareti ödeneğinden lüzumu kadar miktarın ayrılıp Hicaz’a gidebilmelerinin sağlanması Padişah efendimiz hazretlerinin emir ve iradeleri gereğindendir.’’
(11 Temmuz 1907)
ZELZELE YARDIMI
Padişah, 1894’te İstanbul ve çevresinde yaşanan büyük zelzeleden sonra yardımlarda bulunmuş ve bir irade-i seniyye buyurmuştu: ‘‘Depremden zarar görenlere ve yaralılara yardım için Zatı şahanelerince ferman buyurulan 5 bin liralık makbuzların basılmak üzere bir numunesi matbaaya göndermiştir. Zatı şahanelerin bin lirası kendi adına beş yüz lirası şehzadelere ve sultanlara mahsus olmak üzere bin beş yüz lira Sadaret makamına gönderilmiştir. Bu günden itibaren yardımın dağıtılmaya başlanması ve yarınki gazetelerde halka duyurulması padişah efendimiz hazretlerinin emir ve iradelerindendir.’’
(16 Temmuz 1894)
KUR’AN-I KERİME HÜRMET
Padişah, bazı ayet neşredilen gazetelerin yere düşme ihtimaline binaen de ikazlarda bulunmuştu. O irade-i seniyye şöyleydi: “Gazetelerde ayet ve hadislerin yayınlanması, bu tür mukaddes ibarelere hürmetsizlik olacağından daha önce yasaklanmıştı. Buna rağmen İzmir de çıkan ‘Münteşir-i Hidmet’ gazetesinde, mübarek Kadir gecesi münasebetiyle bazı Kur’an-ı kerim ayetlerinin yayınlandığı, Zat-ı Şahanelerine duyurulmuştur. Bu konuda yasağın titizlikle devam ettirilmesi ve bundan sonra gazetelerde ayet-i kerimelere ve hadis-i şerif yayımlanmaması Padişah efendimiz hazretlerinin emir ve iradeleri gereğindendir.’’ (12 Aralık 1904)
TÜRKÇE HASSASİYETİ
Bir imparatorluk olan Osmanlıda farklı lisanlarda eğitim serbestti. Ancak gayrimüslim mekteplerinde Türkçe dersi de okutulması şu şekilde istenmişti: ‘‘Avrupa devletleri yalnız ülkelerinde değil, geçici olarak işgal ettikleri yerlerde dahi kendi lisanlarının tahsillerini mecburi tuttukları gibi, Osmanlı ülkesinde de dillerini yaymaya çalışmaktadırlar. Bunun için Osmanlı Devleti’nde bulunan Hristiyan mekteplerindeki talebeye ciddi surette Türkçe tedris ettirilmesi hususunun temini, bu mekteplerin Türkçe imtihanları sırasında Maarif Nezareti’nden bir müşahid bulundurularak talebelerin Türkçeyi öğrenme derecelerinin tespiti, nizamname gereği bu mekteplerin diğer zamanlarda da teftiş edilmesi, Türkçe öğretmeyen okulların kapatılması, Padişahımız efendimiz hazretlerinin emir ve iradeleri gereğindendir.’’ (25 temmuz 1894)
KOLERAYA DAİR EMİRLER
Osmanlı, uzun yıllar kolera salgınlarıyla mücadele etti. 1800'lü yıllarda da imparatorlukta aralıklarla salgınlar yaşandı. Abdülhamid Han 1893 yılında şu irade-i seniyyede bulunmuştu:
‘‘Koleraya yakalanan hastalar, Mekteb-i Tıbbiye’den kolera konusunda uzman doktorlar tarafından muayene edilmeli ve tedaviye pek ziyade dikkat ve itina edilerek karantina usulünün terkine asla meydan verilmemelidir. Bir yerde kolera vakası zuhur eder etmez orası karantina altına alınmalıdır. Şu kadar ki, karantina dâhilinde kalacaklara yiyecek, içecek ve diğer levazım açısından hiçbir sıkıntı çektirilmeyerek bunlara iyi muamele edilmelidir. Bazı doktorların koleraya yakalanan kimselere yaklaşmayarak hastayı uzaktan ve sathi surette muayene ve tedavi etmektedirler. Bu durum asla kabul edilemez. Doktorlar, hastalara dikkat ve itina ile bakmalıdır.
Hasta olanların evleri, lağım atıkları, elbise ve eşyaları ilmin icap ettirdiği temizleme işlemlerinde kusur edilmemelidir. Koleraya tutulanlardan fakir ve işsiz olanlar, lazım gelen hastahanelere nakledilip tedavilerine bakılmalıdır. Bunların evleri ve evlerinde kalan eşyaları içinde gerekli fenni tedbirler derhal yapılmalıdır. Hastaları taşıyan arabalardan koleranın diğer bölgelere sirayet etmemesi hususuna özel surette dikkat edilmelidir. Bu konuların ilgili yerlere süratle ve tekraren tenbih ve tavsiye edilmesi Padişahımız efendimiz hazretlerinin emir ve iradeleri gereğindendir.’’ (16 Eylül 1893)
ROBERT KOLEJİ VUKUATI
‘‘Bebek’te bulunan Robert Kolej adlı mektebin müdürü ile öğretmenlerinin, Rumelihisarı ile civarında ikamet eden Ermenilerin kaçmalarına yardım etmekle kalmayıp bunlara nakdi yardımda da bulundukları Zat-ı şahanelerinin kulağına gitmiştir. Bu konuda teşkil edecek komisyonca gerekli nasihatlerin yapılması Padişahımız efendimiz hazretlerinin emir ve iradeleri gereğindendir.’’
(18 Ekim 1896)
Günümüzde hakkında en çok makale ve kitap yazılan tarihî şahsiyetlerin başında Sultan Abdülhamid Han gelmektedir. Bir zamanlar ‘‘Kızıl Sultan’’ diye gençliğe empoze edilen Sultan, artık ‘‘Ulu Hakan’’ dır. Hastahanelere, gemilere, caddelere, ismi verilmektedir. Bu husus çok memnuniyet vericidir. Ancak; Sultan Abdülhamid Han'ın şahsiyeti, tarihi, siyasi ve sosyal hizmetlerinin tam anlaşılması için bir ‘‘Sultan Abdülhamid Han Araştırma Enstitüsü’’ kurulmalıdır.
Kaynak: Prof. Dr. Vahdettin Engin - Sultan Abdülhamid ve İstanbul’u