S
ultan II. Abdülhamid 30 sene süren nispi sulh devresinde maarif ve imar faaliyetlerine ağırlık verdi. Devrinde yapılan faaliyetler ciltlerce kitabı doldurur. 1879’da adliye teşkilatı tanzim edildi. Bugün de Türkiye’deki adliye teşkilatı oradan kalmadır. Ordunun güçlendirilmesi için ciddi çalıştı. Almanya’dan mütehassıslar getirtti. Harp gücünü kaybetmiş eski gemilerin yerine Avrupa’dan üstün vasıflı kruvazörler, zırhlılar ile donanmayı kuvvetlendirdi. Çanakkale’de yaptırdığı istihkamlar, 1915 zaferinin mühim bir sebebidir.
Ziraat, sanayi ve ticaret odaları açıldı. Modern nüfus sayımı ve istatistikler onun devrinde yapıldı. Ülkede çok sayıda fabrika ve imalathane, liman ve rıhtım, saat kuleleri, maden ocakları, baraj ve su bendi açıldı. Ülkenin her tarafında resmî binalar boy göstermeye başladı.
Birkaç darbe ve suikast teşebbüsüne şahit olduğu için modern bir istihbarat teşkilatı kurdu (1880). İçte ve dışta yoğun bir espiyonaj cereyanını kendisine verilen jurnaller vasıtasıyla takip etti. Sultan Hamid, kendi içişlerine karışılmasını istemediği için, diğer ülkelerinkine de karışmak istemezdi. Bu sebeple gazetelerin, Avrupalı devletlere ve sefirlerine hürmetkâr davranması, hususî bir ikaz olmadıkça ecnebi hükûmetlerin politikalarını tenkit etmemesi, Müslümanlığı yüceltirken, ötekileri aşağılamaması istenirdi. Mesela Japonya, Rusya’yı yendiğinde bütün dünya sevinirken, Osmanlı gazeteleri tarafsız davrandı.
Kültür çağı
Zamanında matbaa, kitap, mecmua ve gazete sayısı fevkalade arttı. Her kasabada orta mektep, büyük şehirlerde liseler kuruldu. Fakülteler, her derecede kız mektepleri, sanat mektepleri, sağır-dilsizler mektebi açıldı. Padişah, yurt dışına talebe göndermek yerine, ecnebi hocalar getirtmeyi tercih ederdi. Zamanında çok sayıda hastane yapılmıştır. Müze ve kütüphaneler hizmete girmiştir. Kişi başına mektep nispeti şimdikinden geri değildir.
Dünyadaki fennî buluşları yakından takip ederdi. Kuduz aşısını bulan Pasteur’e hemen madalya ve para mükafatı göndermişti. Fotoğrafa çok ehemmiyet verirdi. Memleketin her tarafının fotoğrafların çektirtip albümler hazırlatmıştır. Memuriyete gireceklerin fotoğraflarını tetkik ederdi.
Gazete ve kitaplarda dini tahkir eden, şahıslar aleyhinde ve umumi asayişi ihlal edici, ecnebi devletler aleyhinde, siyasi münasebetleri bozucu neşriyat yapılmasını yasakladı. Bunun dışında hürriyet, meclis, Murad gibi kelimelerden ürkerek sansür konulduğu, muhaliflerin uydurmasıdır.
Padişah, dinî kitapların basılmadan evvel bir âlimler heyetine arz edilip ruhsat alınması esasını getirdi. Kaçak çalışan matbaaları takip ettirdi, izinsiz bastırdıkları kitapları imha ettirdi. Sonradan bu, “din kitaplarını yaktırdı” şeklinde muhalifleri tarafından aleyhinde kullanılacaktır.
Batı emperyalizmi altında yaşayan Müslüman halklara da ayaklanma değil, İslâmiyete sarılma istikametinde neşriyat yapılırdı. Gazeteler, siyasî muhalefet yerine, halkı aydınlatmayı ve okuma alışkanlığını arttırmayı vazife edinmiştir. Tefrika romanlar, şiirler, kültürel yazılar, mizah yazıları, seyahat notları artmıştır. Böylece gazeteler yeni edebî kalemler ortaya çıkarmıştır. Nitekim 500 bin nüfuslu İstanbul’da tirajı 30 bine varan gazeteler vardı.
Baba şefkati
Telgraf hatları ve demir yolları genişletildi. İstanbul’u Yemen’e ve Basra’ya bağlayacak Hicaz ve Bağdat isimli iki demir yolu projesi hayata geçirildi. Demir yolu uzunluğu Rumeli’nde 1993, Anadolu’da 2507 kilometreye yükseldi.
Memlekette maarif ve imar faaliyetleri yanında, asayiş ve emniyet, ucuzluk ve bolluk yaşandı. Hayat pahalılığı meçhuldü. Başbakan Ecevit der ki: “Osmanlı padişahları için iyi-kötü ayrımı yapmak doğru değildir. Hepsinin farklı yönleri vardır. Sultan Abdülhamit demokratikleşmeyi engellemiş ve aydınları yurt dışına göndermiştir. Ama hem dinine bağlı birisiydi hem de Batı kültürünü ihmal etmedi. Okullar, köprüler, yollar yaptırdı. Maarife hizmet etti.”
Padişah, dine ve ananelere hürmeti sebebiyle, halk tarafından sevildi. Ciddi, ama babacan bir hükümdar profili çizdi. İmparatorluğun her unsuruna bir baba şefkatiyle yaklaştı.
Şahsi hazinesini idaresini Ermeni mütehassıslara teslim ettiği gibi, emniyetini de Arnavut ve Araplardan müteşekkil muhafız alayına tevdi etti. Şahsi hizmetkârları Çerkez idi. Karakeçililerden muhafız alayı kurarak, hâkim unsuru da onore etmeyi ihmal etmedi.
Şark’ta muhtemel Rus istilasına tedbir olmak üzere Hamidiye alaylarını kurdu. Kürtleri gururlarını okşayarak kendisine manevi bağlarla bağladı. Öyle ki Bâve Kürdan (Kürtlerin Babası) diye anıldı. Gerek Kürt ve Arap aşiret reislerinin, gerekse dünya Müslümanlarından ileri gelenlerin çocuklarının tahsili için Aşiret Mektebi açtırdı. Rum vatandaşlar incinmesin diye İstanbul’un fethinin kutlanmasını yasakladı.
İnsan ihsanın kuludur
Sultan II. Abdülhamid, orta boylu, zayıftı. Siyah gözlü, kumraldı. Sima ve bünyesinde Osmanlı hanedanının karakteristik hususiyetlerini taşırdı. Zeki, hassas, nazik, vakarlı idi. Hafızası kuvvetliydi. Yakınlarını taltif eder; kendisiyle görüşen yabancıları tatlı dil ve nezaketi ile âdeta büyülerdi. İcabında sertlik gösterir; icabında hiddetini kolayca teskin ederdi.
Gençliğinde spora çok düşkündü. Yüzme, kürekçilik, ata binmede ve atıcılıkta mahirdi. İleri yaşlarında da sıhhatine çok dikkat ederdi. Çok dindar ve kültürlü idi. Şâzelî tarikatına mensuptu. Sesi gür, konuşması tane tane ve sakin idi. Sade giyinir ve yaşardı. Cömertti. Yaşadığı devri, insanların ahlâk ve istidadını, ruh hâlini, zayıf noktalarını iyi anlamıştı. İnsanları iltifat, para, nişan ve rütbelerle kendisine bağlamaya çalışırdı.
Paranın gücü
Usta bir marangoz idi. Yaptıkları birer sanat şaheseridir. Şehzadeliği zamanında çiftlik ve maden işletirdi. Çok para kazanmıştı. Paranın bir güç olduğunu iyi bilirdi. Tahta çıktıktan sonra da servetini rasyonel bir şekilde arttırdı. Devletten aldığı maaşı indirtti. İnsanlara verdiği hediyeleri kendi servetinden karşıladığı gibi, siyasi sebeplerle uzak beldelere tayin ettiği şüpheli şahsiyetlere de kendi cebinden maaş öderdi.
Siyasi emniyet mülahazasıyla Filistin’i ve Musul’daki petrol havzasını satın alarak şahsi mülkü hâline getirdi. Ancak İttihatçılar bunlara el koyarak devlet arazisine dönüştürdü. Bu da sonradan kaybedilen bu iki beldede İngiliz hâkimiyetinin güçlenmesine yardımcı oldu.
Ne dediler?
Bazı ecnebiler kendisini şöyle vasıflandırmıştır: İngiliz başbakanı D’Israeli: “Ne sefih, ne müstebid, ne mutaassıp, ne müfsid. Milletini ve memleketini seven adil bir hükümdar.”
İngiliz sefiri Layard: “Çok sevimli, iyi niyetli, nazik ve insani hislerle mücehhez, tebaasının hayrı için elinden gelen her şeyi zevkle yapmaya hazır bir kimse.”
İngiliz sefiri O’Connor: “Avrupa sulhünü muhafaza eden adam.”
Fransız sefiri Maurice Bompard: “Avrupa’da onun ayarında harici siyaseti bilen bir diplomat yoktur.”
İngiliz bahriye lordu John Fisher: “Avrupa’nın en mahir ve seriülintikal diplomatlarındandır.”
İngiliz tarihçi Joan Haslip: “Tarih bir gün onun daima milletinin saadeti için çalıştığını yazacak.”
Evham mı? Tedbir mi?
Sultan Abdülhamid, dış politikada daima medeni usulleri kullanmış çok ince ve zekâ mahsulü yollardan hareket etmiştir. Günümüzün en tesirli mücadele vasıtası olan propagandanın ehemmiyetini anlamış, onu, emperyalist ve kolonyalist siyasetlere karşı tecavüz değil, müdafaa maksadıyla en tesirli ve ucuz bir şekilde kullanmaya çalışmıştır.
Geniş topraklar üzerinde nice hesapları boşa çıkarmaya matuf bir beka mücadelesi yapmıştır. Darbeler ve suikastlar, zaten yatkın olan karakterini daha vehimli bir hâle getirmiştir. O şartlarda normal karşılanması gereken, ama bazılarınca çok abartılan bu vehmi, etrafta cereyan eden müthiş siyasi hayat mücadelesiyle yakından alakalıdır. Bu vehim de aslında bir siyaset ve taktiktir. Böylece hasımlarını yanlış istikametlere sevk etmiş, onları hakiki gayesi hususunda çok zaman yanıltmıştır.
Devletin ömrü
Siyasette neyi yapabileceğini neyi yapamayacağını bilen şahsiyetli bir yol takip etmiştir. Küçük hesapların ve çevrenin insanı olmamış, ecdadı gibi ulvi maksatlarla hareket etmiştir. Bu sayede nice siyasi tehlikeler, küçük tavizlerle bertaraf edilebilmiştir.
Herkesi söyletip dinler, kendisi bir karar verince de sebat ederdi. Mutlak bir hükümdar olduğu hâlde, müstebid olmadığına, meşveret usulünü hakkıyla tatbik etmesi delalet eder. Sadaretten gelen arzların neredeyse hepsini aynen veya ufak tekliflerle kabul etmiştir. Tecrübeli devlet ve ilim adamlarına, siyasi meseleler hakkındaki fikirlerini havi layihalar hazırlatıp okurdu...
Hataları ve sevaplarıyla devletin ömrünü 30 sene uzattığı, kendisinden sonra 10 yıl içinde koca imparatorluğun çöküşünden bellidir. Zamanında dünyanın 5 büyüklerinden biri olan Osmanlı Devleti, ondan sonraki 10 yıl içinde bir üçüncü dünya ülkesine dönüşmüştür.