elimeler an’anelerin devamlılığını temin eden zincir gibidir. Bu zincir halkaları birbirinden ayrıldıkları değiştirildikleri takdirde milletin kültür mirası, bir nesilden diğerine geçemez. Böyle bir müşterek mirasın kaybolmaması, sürekliliğini devam ettirebilmesi sorumluluğunu taşıyanlar için her kelime mukaddes bir emanet gibidir. Bu millî şuura sahip milletler, dilinde yaşayan bir kelimeyi “bizden değil” bahanesi ile aslâ dilinden atamaz, toprağının bir parçasını yabancılara vermediği gibi, bir tek kelimesini de vermez.
Milli birliğin çimentosu olan dil tarihimizi,
medeniyetimizi, sanatımızı, kendi mesajını gelecek nesillere iletmeye çalışır.
Bir nabız kadar canlı bu kelimelerden tıpkı istiridye kabukları gibi
kulaklarımıza sesler gelir. Evet, bu kelimelerin, karakteristik âhenkleri
vardır. Belli bir söz dizisi melodisi meydana getirirler. Bu canlı varlıklar
millî kültürümüzü besleyen bir kaynaktır. Bu kaynak asırların ötesinden çağlaya
çağlaya gelmiş muhteşem bir nehirdir.
Dil duvarlarının milletleri birbirinden ayırmasına kızanlar,
şimdi gelip görsünler uydurma kelimelerle aynı duvarları, her Allah’ın günü
örerek birbirimizden kopuyor, birbirimize yabancılaşıyoruz. Şu kelimenin kökü
Arapça, bu kelime Farsça diyenler seslerin farkına canlılığına varmayacak kadar
sağır, kelime ve cümle mimarisini görmeyecek kadar kördürler.
Tabiidir ki, hariçten bizleri dinleyenler, haklı olarak
Türkiye’de ne kadar çok etnik grup insan var diyecek. Nitekim Azerbaycan
Başbakanı Sayın Demirel’e, “Bakın
sizinle ne güzel konuşup anlaşıyoruz. Fakat nedense Ankara Radyosunun dilini
anlamıyoruz” diyor.
Tam yeri gelmişken ben de bir hatıramı anlatmak istiyorum:
Yıl 1934-35. Ankara Yüksek Ziraat Enstitüsünde açılış törenindeyiz. Konferans
salonu davetlilerle dolu. O günkü hava, dili özleştiriyoruz diye, ifratçıların,
dalkavukların uydurma dil ile birbirleriyle yarıştığı günler.
Ziraat Vekili (Tarım Bakanı) Muhlis Erkmen kürsüde. Açılış
konuşmasını yapıyor. Bir tek kelime anladığım yok. Yanımda oturan Almanca
öğretmenim Neuman hayretle -ne oluyor gibilerden- yüzüme bakıyor. Ben de
hocanın bu hayretini yok etmek için “merak
etmeyin ben de bir şey anlamadım” diyorum.
Evet, Türk asıllı milletler camiasının da müşterek dili olan
dilimiz, Türkiye’de de artık anlaşılmayacak şekle sokuluyor. Sur diplerinde
biten ayrık otları, yabani otlar gibi bu uydurma kelimeler millî dilimizi
boğuyor. Radyo ve televizyonda yeşeren, yayılan bu yanlış, sevişiz, kısır
çirkin sesler kulaklarımızı parçalıyor, ne yazık ki yer etmeye başlıyor.