Cinque Terre
Ölmeden Kefenlenen Kelimeler Nail Uçar
K

elimeler an’anelerin devamlılığını temin eden zincir gibidir. Bu zincir halkaları birbirinden ayrıldıkları değiştirildikleri takdirde milletin kültür mirası, bir nesilden diğerine geçemez. Böyle bir müşterek mirasın kaybolmaması, sürekliliğini devam ettirebilmesi sorumluluğunu taşıyanlar için her kelime mukaddes bir emanet gibidir. Bu millî şuura sahip milletler, dilinde yaşayan bir kelimeyi “bizden değil” bahanesi ile aslâ dilinden atamaz, toprağının bir parçasını yabancılara vermediği gibi, bir tek kelimesini de vermez.

Milli birliğin çimentosu olan dil tarihimizi, medeniyetimizi, sanatımızı, kendi mesajını gelecek nesillere iletmeye çalışır. Bir nabız kadar canlı bu kelimelerden tıpkı istiridye kabukları gibi kulaklarımıza sesler gelir. Evet, bu kelimelerin, karakteristik âhenkleri vardır. Belli bir söz dizisi melodisi meydana getirirler. Bu canlı varlıklar millî kültürümüzü besleyen bir kaynaktır. Bu kaynak asırların ötesinden çağlaya çağlaya gelmiş muhteşem bir nehirdir.

Dil duvarlarının milletleri birbirinden ayırmasına kızanlar, şimdi gelip görsünler uydurma kelimelerle aynı duvarları, her Allah’ın günü örerek birbirimizden kopuyor, birbirimize yabancılaşıyoruz. Şu kelimenin kökü Arapça, bu kelime Farsça diyenler seslerin farkına canlılığına varmayacak kadar sağır, kelime ve cümle mimarisini görmeyecek kadar kördürler.

Tabiidir ki, hariçten bizleri dinleyenler, haklı olarak Türkiye’de ne kadar çok etnik grup insan var diyecek. Nitekim Azerbaycan Başbakanı Sayın Demirel’e, “Bakın sizinle ne güzel konuşup anlaşıyoruz. Fakat nedense Ankara Radyosunun dilini anlamıyoruz” diyor.

Tam yeri gelmişken ben de bir hatıramı anlatmak istiyorum: Yıl 1934-35. Ankara Yüksek Ziraat Enstitüsünde açılış törenindeyiz. Konferans salonu davetlilerle dolu. O günkü hava, dili özleştiriyoruz diye, ifratçıların, dalkavukların uydurma dil ile birbirleriyle yarıştığı günler.

Ziraat Vekili (Tarım Bakanı) Muhlis Erkmen kürsüde. Açılış konuşmasını yapıyor. Bir tek kelime anladığım yok. Yanımda oturan Almanca öğretmenim Neuman hayretle -ne oluyor gibilerden- yüzüme bakıyor. Ben de hocanın bu hayretini yok etmek için “merak etmeyin ben de bir şey anlamadım” diyorum.

Evet, Türk asıllı milletler camiasının da müşterek dili olan dilimiz, Türkiye’de de artık anlaşılmayacak şekle sokuluyor. Sur diplerinde biten ayrık otları, yabani otlar gibi bu uydurma kelimeler millî dilimizi boğuyor. Radyo ve televizyonda yeşeren, yayılan bu yanlış, sevişiz, kısır çirkin sesler kulaklarımızı parçalıyor, ne yazık ki yer etmeye başlıyor.