atricio Henriquez çektiği belgesellerle tanınmış bir
yönetmen. Doğma büyüme Şilili ama Pinochet rejiminden kaçtığından bu yana
Kanada’da yaşıyor.
Halil Mahmut, Abu Bekir ve Ahmet Abdulahat...
Onlar Çin’in Sincan-Uygur bölgesinden üç genç adam.
Ruşen Abbas; Amerikalı ama O da Uygur kökenli bir iş kadını.
Hepsinin de yolu Guantanamo’da kesişti.
Çok acayip bir hikâyenin sonucunda tutuklanarak Guantanamo’ya getirilen bu üç
genç, Şilili Patricio Henriquez’in “Uyghurs: Prisoners of Absurd” (Uygurlar:
Saçma Bir Tutsaklık) adlı son belgeselinin kahramanları oldular.
Henriquez adaletsizliğin dünya üzerindeki hâkimiyetine dikkat çeken güçlü bir
belgesele imza attı.
Halil Mahmut, Abu Bekir ve Ahmet Abdulahat’in hikâyesi Çin’in egemenliği
altındaki Doğu Türkistan’da 1997 yılında yaşanan halk ayaklanmasından sonra
başladı. Çin mezaliminden rejiminden kaçarak aileleriyle beraber Afganistan’a
sığındılar. Ancak bu üç gencin hayatı 11 Eylül sonrasında, Amerika’nın
Afganistan’ı işgali ile birlikte hiç beklemedikleri bir şekilde değişti.
Tamamen saçma sapan bir çatışmanın ortasında kendilerini bulmuşlardı ve hiçbir
yere ait olmadıkları halde “El Kaide bağlantılı savaşçılar” denilerek
Amerikalılara satılmışlardı. Çünkü Amerika’ya 11 Eylül’ün “sorumlusu” gerekiyordu.
Üç genç kendilerini Guantanamo’da bulduklarında her seferinde suçsuzluklarını
haykırdılar. Ama hayat bu kez karşılarına Ruşen Abbas adlı Uygur kökenli,
Amerikalı bir iş kadınını çıkardı. İtibarlı bir girişimci olan olan Ruşen Abbas
Amerikan ordusundan gelen sürpriz teklif üzerine bu genç adamların çevirmeni
olmayı kabul etti.
Ruşen Abbas önceleri El Kaide bağlantıları olduğuna inandığı bu üç Uygur
mahkûma mesafeli davrandı. Ancak hukuksal süreç işlemeye ve hikâyelerini
dinlemeye başladığında büyük bir haksızlığa ve kumpasa maruz kaldıklarını
düşünerek insan hakları örgütlerini bu durumdan haberdar etti.
İnsan hakları kuruluşlarının devreye girmesinden sonra Patricio Henriquez,
Ruşen Abbas’ı tanıdı. Ondan hikâyeyi dinledikçe çok etkilendi ve belgesel fikri
böylece ortaya çıktı.
Üç Uygur genç, altı yıl sonra suçsuzlukları kanıtlanmış olarak serbest kaldı
ama uzun süre Guantanamo’dan ayrılamadılar. Çünkü Amerika dâhil hiçbir ülke
suçsuz yere hayatları çalınmış bu insanları kabul etmek istemiyordu. Sebep ekonomik
ve askeri olarak dünyanın süper güçlerinden biri haline gelen Çin ile
ilişkilerini bozmak istememeleriydi. Sonunda iki ülke; Bermuda ve Arnavutluk
onları kabul etti.
Ruşen Abbas geçen hafta ATV’deki Avrupa’da Gündem programında konuğumdu ve bu
belgeselin gerçekleşme sürecini tüm çarpıcı detaylarıyla anlattı.
Bu belgeselin Çin’in baskısı altında eziyet gören Uygurların da sesini
duyurması için bir fırsat olduğunu söylüyor Ruşen Abbas. Çünkü Çin rejiminin
Uygurlar üzerindeki baskısına, asimilasyon politikalarına, en ufak bir itiraza
kanlı katliamlarla karşılık vermelerine tüm dünya gözlerini ve kulaklarını
kapattı.
Çünkü bu dünyada acılar bile parsellendi. Hepsinin marka değeri, uluslararası
farkındalıkları var.
Bir Batılı kaç Afrikalı, kaç Ortadoğulu ya da uzakdoğulu eder öğreniyoruz hep
birlikte.
Uygurlar da bu standartlar ve çıkarlar dünyasının kurbanı.
Geçen hafta Kayseri’de düzenlenen bir mitingde gördüğüm pankarttaki “Doğu
Türkistan kan ağlıyor, haberin var mı?” sözlerinin etkisi altındayım kaç
gündür. Doğu Türkistan, Çin işgali altındaki Sincan-Uygur bölgesinin işgal
öncesindeki adı.
Evet kan ağlıyor Doğu Türkistan.
1949’dan itibaren komünistleri iktidara gelmesiyle birlikte Sincan-Uygur
bölgesinde milyonlarca insan katledildi. 2009’da etnik çatışma süsü verilerek
binlerce Uygur’un canına kıyıldı. Cezaevlerinde 20 binden fazla Uygurun tutuklu
olduğu bildiriliyor. İlham Tohti adlı bir profesör bölücülük suçlamasıyla ömür
boyu hapse mahkûm oldu. 1 Ocak 2015’den itibaren oruç da namaz da yasak. Halk
bir köyden diğerine gitmek için bile resmi kurumlardan “güvenlik belgesi” almak
zorunda. Okullarda Uygurca da yasaklandı artık.
Evet, kan ağlıyor Doğu Türkistan.